9. Ameller ve niyetler

Takkecinin hikayesinde anlatılmak istenen gerçek hangisiydi? Tedbir ve gayret mi, yoksa iman ve teslimiyet mi..?

Bunun cevabını aramaya henüz yeni yeni sevmeye başladığım Peygamberden yine nefret ederek başlayacağım hiç aklıma gelmezdi. Öfkemin nedeni ilk defa okuduğum bir hadis, bir hatıra.

“ Bir yolculuk dönüşü, Peygamber işleri nedeniyle kafileden geri kalmış ve kafile konak yerine vardığında ikindi vakti çoktan girmişti. Aceleyle abdest almaya başladık. Bu sırada Peygamber bize yetişti ve ayaklarımızı aceleyle gelişigüzel yıkadığımızı görünce sert bir sesle bağırdı,
- Cehennemde yanacak ökçelere yazık! Abdesti düzgün alın.” 1

Birden durakladım,
Sen ne diyorsun! Görmüyor musun adamlar çölde içecek suyu zor buluyor. Söylediğine boyun eğip günde beş defa saf durmaları yetmiyor bir de azarlıyorsun öyle mi? Hem sen değil miydin su bulamazsanız toprakla teyemmüm edin diyen! Sen değil miydin insanların işlerini zorlaştırmayın, kolaylaştırın diyen! Yoksa kendine inanan insanları, şeriat dediğin ve gittikçe arttırdığın kurallarla baskı altına almak mı istiyorsun?

Çok alınmışım. Üç gün sonra ancak kendime gelebildim.

Yoksa başka bir şey anlatmak istiyor da, daha önce kınadığım anlayışsızlar gibi şimdi ben de mi yanlış anlıyorum? Olabilir, biraz da başka bir pencereden baksam iyi olacak.

*

Bir hadiste Haz. Ayşe şöyle diyor;

“- Buas günü, Allah’ın Peygamberi için hazırladığı bir gündür ki, bu muharebenin sonuçları peygamberin hicretine zemin hazırlamıştır.” 2

Haz. Ayşe bilmediğim bir konudan bahsetmektedir ve Tarih onun bu sözlerini şöyle açıklıyor,

“Medine’nin eski ismi Yesrib’tir. Medeniyet, şehirleşme anlamına gelen Medine ismi Peygamber tarafından verilmiştir.
Medine’de önceleri Amâlika kavminin yaşadığı, sonra İsrail oğullarından bir kavmin Amâlika’yı yok ederek buraya yerleştiklerine dair rivayetler vardır. Hâttâ bazı kayıtlarda, İsrail oğullarından olan bu kavmi Haz. Musa’nın gönderdiği söylenmektedir. Kuyular açarak ve çevreyi ağaçlandırarak hayli zaman yaşamışlar, sonraki bir zamanda tarihten silinmişlerdir. Medine’yi bundan sonra ihya edenlerin tübba olarak bilinen Yemen kralları olduğu sanılmaktadır. Bu günkü Medine’nin bulunduğu yer o zamanlar sadece bir çölden ibaretken, son peygamberin buradan zuhur edeceğini bildirerek Yesrib şehrini onun şerefine inşa etmişlerdir.
Yine bazı rivayetlerde, Yemende hüküm süren Ad kavminin, kraliçeleri Saba melikesi Belkıs ile birlikte Haz. Süleyman’ın dinine girdikten uzun yıllar sonra bozuldukları, yaptıkları barajın yıkılması sonucu (seyl-i arim) kuraklık felaketi yaşandığı, Ad kavminin kabileler halinde yakın çevredeki diğer ülkelere doğru göç ettikleri, Evs ve Hazrec ailelerinin de bu göç sırasında Medine’ye gelip yerleştikleri bildirilmektedir.

Evs ve Hazrec kabileleri, Medine’ye dışarıdan gelerek yerleşen son kavimdir. Evs ve Hazrec iki kardeştir. Babaları, Yemenli Cefne veya Kudai soyuna mensup Salebe oğlu Harise’dir. Anaları yine Cefne soyundan Erkam kızı Kayle’dir. Her iki kardeşin soyu Medine’de çoğaldıkça, şehrin eski sakinlerinden olan Yahudilerle din ve ekonomik nedenlerden kaynaklanan çatışmalar başlamıştır. Ancak Yahudilerle olan bu çatışmanın yanı sıra, Arapların yaratılışı gereği iki kardeş soy arasında da savaşa varan anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bazı rivayetlere göre, bu çatışmaların yüz yirmi yıl devam ettiği söylenmektedir. Bu kardeş kavgalarının en sonuncusu Buas harbi olmuştur. Arap edebiyatı, bu iç savaşlarda yaşanan acıların ve kahramanlıkların hatıraları ile doludur.

Ne var ki fasılalarla 615 yıllarına kadar devam eden bu çatışmalar, Evs ve Hazrec’i hem komşuları Yahudiler, hem de kervan yolu üzerindeki diğer Arap boylarına karşı zayıf düşürmüştür. Altı yahut sekiz kişilik bir heyet, hem haccetmek hem de Mekke’nin en etkili kabilelerinden Kureyş ile bir ittifak zemini aramak üzere Ukaz panayırına geldiklerinde tarihler 620 yi göstermektedir. Kureyş’in ileri gelenlerinden Amr bin Hişam, namı diğer Ebu Cehil ile görüşmüşler ve reddedilmişlerdir. Esad bin Zürare’nin de aralarında bulunduğu altı kişilik barış heyeti, şaşkın ve umutsuz bir halde Ukaz panayırında dolaşmakta ve uygun bir çıkış yolu aramakta iken, aynı panayırda çıkış yolu arayan sıkıntılı bir insan daha dolaşmaktadır. Muhammet bin Abdullah!

Son Peygamber o günlerde 49 yaşındadır. En büyük destekçileri amcası Ebu Talib’i ve eşi Hatice’yi arka arkaya kaybetmiş, destek bulmak üzere gittiği Taif’ten ise taşlanarak kovulmuştur. Büyük kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm’ü evlendirmiş, muhtemelen küçük kızı Fatıma ile birlikte hayatının en zor günlerini yaşamaktadır. Gerek şahsına, gerekse az sayıdaki taraftarına uygulanan baskı ve şiddete rağmen bazen Kabe’yi haccetmeye gelenlere, bazen de panayır yerlerinde toplanan insanlara İslam’ı anlatmaya çalışmaktadır. Şehrin ileri gelenlerinden olan karşıtları için, artık onun yok edilmesinden başka bir yol kalmamış gibidir. Son peygamber, doğduğu şehir Mekke’de on yıldır sürdürdüğü inanç kavgasında yenik düşmek üzeredir.

İlk tedbir olarak, taraftarlarından 15 kişilik bir gurubu Hıristiyan bir ülkeye, Habeşistan’a göndermiştir. O sıralarda necâşi (sultan) Eshame’ dir ve adil bir yönetici olduğu söylenmektedir. Müslümanlar gerçekten iyi karşılanırlar. Sonra 83 kişi daha yola çıkar. Kendisi ve kendisiyle birlikte Mekke’de kalan arkadaşları için aradığı çıkış yolunu ise, Mekke yakınlarında kurulan Ukaz panayırında yakalar. Bu çıkış yolu, aynı şehirde uzun yıllardır düşman kardeşler olarak yaşayan Evs ve Hazrec kabileleridir. Bu şehir ise, Mekke’nin 300 km. kadar kuzeyindeki Yesrib, ya da daha sonraki adıyla Medine’dir.

Son peygamber, her iki kabilenin panayıra gelen ileri gelenlerini ayrı ayrı ziyaret ederek günlerce konuşur. Onlara, Allah vahiy ediyor dediği İslam’ı anlatmaktadır.

Sonuç sevindirici olur. Başta Esad bin Zürare olmak üzere bütün heyettekiler, Peygamberin Allah ve din hakkındaki tüm sözlerini benimsemişlerdir. Bu sözler varlık, yaşam ve yaşam ötesi hakkında verdiği açık bir anlayışın yanı sıra, aralarındaki düşmanlığı yok eden ortak bir payda sunmaktadır. Bir taşla iki kuş vurulmaktadır. Hâttâ içlerinden biri şöyle demektedir,
- Medine’de Yahudilerin bize, göreceksiniz bu topraklara yakında hem de pek yakında bir peygamber gelecek. O vakit biz ona tabi olacağız. Ve o zaman, Ad ile İrem kavimleri nasıl perişan olmuşlarsa biz de sizi öyle perişan edeceğiz! dediklerini bilmez misiniz? İşte sözünü ettikleri peygamber budur. Geç kalmayalım ki onlar bizden önce inanmış olmasınlar.

Peygamberin ise tek bir isteği vardır. Kendisinin koruma altına alınarak İslam’a yardım edilmesi. Ancak bu konuda bazı sıkıntılar vardır. Her iki kardeş kabile uzun yıllar süren iç savaştan henüz çıkamamış, siyasal bir birlik oluşturamamıştır. Böyle bir söz vermek kolay değildir.

Heyet, inandıkları bu din anlayışını kabilenin diğer üyelerine anlatmak ve gurup kararı almak üzere Medine’ye dönmeden önce, peygambere İslam adına bağlılık yemini ederler. (1.Akabe Biatı)
Bir yıl sonra yine buluşmak üzere sözleşip Mekke’den dönerlerken, yanlarında Mekkeli biri daha vardır. Musab bin Umeyr! Peygamberin yakın arkadaşlarından olan Musab, Medine’de Kuran’ı ve İslam’ı anlatmak üzere heyetle birlikte yola çıkmıştır.

O sıralarda son kutsal kitap Kuran dörtte birine bile gelmiş değildir. Buna rağmen İslam yaşanmakta ve anlaşılabilmektedir. Son Peygamber mutludur. Alabileceği bütün tedbirleri almış, artık inandığı Allah’a güvenmektedir. Hâttâ, belki de Musab bin Umeyr’den gelen haberlerle sonuçtan öylesine emin gibidir ki, çevresinde bulunan sıkıntı içindeki Müslümanlara şöyle demektedir,
- Bana, kurtuluşumuzun iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu gösterildi.

Tarif ettiği yer, Medine’nin ta kendisidir. Bu bir rüya değil, gerçekleşmesi beklenen bir rüyettir. Umut, endişe ve heyecanla geçen bir yıldan sonra, hac mevsimi gelip de panayır dolmaya başladığında beklenen haber gelir. Evs ve Hazrec, ikisi kadın yetmiş beş Müslüman’la Ukaz panayırına gelmiştir. Her iki kabile de Müslüman olmuş, Son Peygamberi kabul edip korumak üzere söz vermektedirler.

2. Akabe biatı olarak bilinen bu sözden sonradır ki, az sayıdaki Müslüman küçük guruplar halinde Mekke’yi terk ederek Medine’ye doğru yola çıkarlar. Şehri son terk eden, Peygamber ve en yakın arkadaşı Ebu Bekir’dir. Takip edilmelerine rağmen, bir hafta süren tehlikeli ve şaşırtmacalı bir yolculuktan sonra Medine’ye vardıklarında, tarihler 23 temmuz 622 yi göstermektedir.” 3

*

Hicret terk etmek demekti ve hicret edenlere muhacir denirdi. Son Peygamber muhacirlerin neyi terk etmeleri gerektiğini anlatmakla işe başladı;
“Gerçek muhacir, hata ve günahları terk eden kimsedir.” 4

Daha sonra da ameller ve niyetlere girdi,
“- İşlerin kıymeti, ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur. Artık kim Allah rızası için değil de, bir dünya malı veya sevdiği bir kadın uğruna hicret etmişse, hicretinin kıymeti niyetine göredir.” 5

Niyetler Peygamber için önemliydi. Çünkü davranışlar görülebilmesine rağmen niyetler insanın düşüncelerinde gizliydi. Niyetler hep iyi olsa mesele yok, fakat bazen düşüncelerde kötülükler gizleniyor. İnsanlar birbirini aldatıyor, acımasızca arkadan vuruyor. Bu büyük bir tehlike.

Şüphesiz ki Peygamberin niyetler konusuna verdiği bu önem, öncelikle işlerin iyi olması içindir. Ne var ki bazı işler iyi olduğu halde Allah katında kıymetsiz olmaktadır. Çünkü niyetler iyi değildir.
Haz. Ayşe şöyle diyor,
“ Peygambere dedim ki,
- Ey Allah’ın elçisi! Cüdan oğlu eskiden akrabalarını arayıp sorar, fakirlere yardım ederdi. O bundan bir fayda görecek mi? Peygamber şu cevabı verdi,
- Hayır, yaptığı iyiliklerin ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bu işleri yaparken Allah’ı anmamıştır.” 6

Peygamberin sözlerinden, Cüdan oğlunun bu yardımları Allah rızası için değil, desinler düşüncesiyle ve ağalık duygusu ile yaptığı anlaşılıyor.

Peygamber bu nedenle her fırsatta niyetlerin önemini vurgulamaya çalışır.
“ Bir gün Ebu Musa el Eşari sordu,
- Ey Allah’ın elçisi, Allah için çarpışmak ne demektir? Savaşta bazı kimseler ganimet, bazılarımız da kahramanlık göstermek ve övülmek için çarpışıyor, ne dersiniz? Peygamber şöyle cevapladı ;
- Kim Allah’ın dini hakim olsun diye çarpışırsa, onunki Allah yolundadır.” 7

Müslümanlar Allah için mücadele ediyorlardı ama, seyrek de olsa kendi aralarında da anlaşmazlığa düştükleri olmuyor değildi. Fakat Allah’ın dininde buna yer yoktu ve Son Peygamber şiddetle uyardı.

“- Çarpışan iki Müslüman’dan, ölen de öldüren de Cehennemdedir. Müslümanlar pek anlayamadılar ve sordular,
- Ya Resûlallah! Öldüreni anladık, peki ölen niye Cehennemde?
Peygamber, düşüncelerde gizlenen niyetleri hatırlattı.
- Çünkü o da kardeşini öldürmek istiyordu! ” 8

*

İşler genellikle niyetlere göre belirmektedir ve kötü işlerin olmaması için, önce niyetlerin kötü olmaması gerekir. Ve kötü niyet, sadece adam öldürmeyi veya hırsızlık yapmayı düşünmekten ibaret değildir.

İnsanın insan olmakla kıymetli olduğu, Allah’ı bilmekle değer kazandığı bir anlayışta, sınıf farkına veya kuvvete dayalı bir ayrıcalık ve üstünlük duygusu da hakim olamazdı. Çünkü tevazuu unutan kulluğu, kulluğu unutan da Allah’ı unutmuş oluyordu. Allah’ı unutmaksa şirke düşmek demekti. İnsanlar bunun adına kibir diyordu ve Peygamber, Araplar arasında hâlâ pek yaygın olan bir moda görüntüyü sertçe eleştiriyordu.

“ Geçmişte kendini beğenen bir kişi, elbisesini kibirle büyüklenerek sürüdüğü sırada yere batırıldı. O, kıyamet gününe kadar yerin dibine girecektir. Kim eteklerini sürükleyerek kibirlenirse, kıyamet gününde Allah ona rahmet nazarıyla bakmaz.” 9

“En yakın dostu Haz. Ebu Bekir, yaratılışı gereği bir omuzu düşük yürürdü ve bu sözleri duyunca endişelenip sordu,
- Ey Allah’ın Resulü! Eğer ben toplamaz isem, benim eteğimin bir kenarı muhakkak yerde sürünür.
Son peygamber yakın dostunu iyi tanırdı ve şöyle cevap verdi,
- Senin elbisenin sürünmesi kibirden değildir!” 10

Kötü niyetlerle yapılan kötü işler günah, kötü niyetlerle yapılan iyi işler de kıymetsizdi ama, niyetler Allah için olunca basit gibi görünen bazı işler, kıymetli bilinen bazı işler kadar kıymetli olabiliyordu. Hâttâ bu kıymetli işler ibadet bile olsa! İşte bir hatıra daha,

“ Sıcak bir günde seferde idik. Konak yerine indik. Kimimiz oruçlu, kimimiz değildik. Oruçlu olanlar, elbiselerinin gölgesine bürünüp takatsiz çöktüler. Oruçsuzlar hayvanları suladılar, yemek hazırlığı yaptılar ve diğer hizmetleri gördüler. Bunun üzerine Peygamber,
- Bugün oruçsuzlar tam ücret alıp gittiler, buyurdu.” 11

Aynı manayı, başka bir konuşmasında şu cümlelerle dile getiriyordu,
“ - Kimsesizlerin, çaresizlerin ve yoksulların yardımına koşan bir Müslüman veya Allah yolunda çarpışan bir asker, bütün gece namaz kılan, yahut bütün gün oruç tutan kimse gibidir.” 12

Ve bazen, yaralanan veya hasta düşen kimileri bu savaşlara gelemiyordu. Kimileri de şehirde korumaya kalmak zorunda idiler. Peygamber Tebuk seferinden dönerken, niyetlerin önemini bir kez daha hatırlattı.

“- Arkada bıraktığımız bazı insanlar vardır ki, dereler tepeler aştığımız şu yorucu seferin sevabında bizimle ortaktırlar. Çünkü onları bizimle beraber olmaktan görevleri veya özürleri engelledi.” 13

Peki ama iyi niyetli olmakla iş bitiyor mu, hayır!

“ İkisi de mümin olsa bile, çalışanla oturan bir olur mu? Nisa 4/95 ”

*

Peygamberin gelişigüzel abdest alanları niçin uyardığını şimdi anlıyorum. Çünkü abdestin maksadı sadece uzuvları temizlemek değil, o uzuvlarla davranışa dönüşen niyetleri de temizlemektir. Elleri yıkamak ve harama el uzatmamak, gözleri yıkamak ve yasağa bakmamak, kulakları yıkamak ve kötüyü duymamak.
Bir insanın ayaklarını kötü yıkaması, kötü bir davranışa gitmemeyi unuttuğunun habercisi olabilir. Anladım, Peygamber amellerin kusurundan değil niyetlerin kusurundan korkmaktadır.

*

Artık Takkecinin hikayesine geri dönebilirim.

Peygamberin söyledikleri düşüncelerimi doğruluyor. Bu hikaye garip bir rüyayı değil, amelleri doğuran niyetler dünyamızı anlatıyor. Rüyaların mucizevi sırlarına inanmamız gerektiğini değil, önce iyi niyetli, sonra da gayretli bir insan olmamız gerektiğini anlatıyor. 

Rüyaların yorum istediğini unuttunuz mu? Hepimiz her gördüğümüz rüyaya inanmaya başlasaydık halimiz ne olurdu? Hayali evliyalar yaratmaya ve Peygamberin üzerine çıkarmaya çalışan bir din anlayışını hiç doğru bulmuyorum.

Altınlar mı..?

Yapma Allah aşkına! Konumuzla ne ilgisi var?

Mutlaka bir ilgisi olmalı diyorsan söyleyeyim, evet var!
Bu hikayeyi şeytan anlatmıştı ve seni altınlarla kandırıp gerçeklerden koparmak, kendisine inandırmak istiyor. 

Hem biliyor musun bu rüya sadece bizde değil, bütün yakın doğu ülkelerinde bilinen uluslararası bir hikayedir ve Beşinci Dağ isimli romanında Paulo Coelho da anlatır.

Hem bir düşünsene, Takkecinin hikayesi gerçek olsaydı, lokma kapmış kedi gibi sıvışır mıydı kahvecinin yanından. Allah’ın hissesini camiye ayırmayı düşünmüş de, birazını kahveciye ayırmayı neden düşünmemiş?

Bir insan gönlü yapmak, bir cami yapmaktan daha mı kıymetsizdir?

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 68
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 6
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 3 154
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 29
5 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 1
6 Sahih-i Müslim / İman Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1996 365 214
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 125
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 43
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 209
10 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 337
11 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 327
12 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 373
13 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 299

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder