19. Beni bir an bırakma

Son peygamberin oldukça yorucu ve üzüntülerle dolu bir yaşam sürdüğünü biliyoruz. Yaşadığı bu üzüntülerden biri, İslam tarihinde ifk hadisesi olarak bilinir. İfk, Arap dilinde iftira demektir. Aşağıda göreceğiniz gibi, maksadım lüzumsuz ve münasebetsiz bir hatıra anlatmak değil. Bu hatıranın Haz. Cebrail ve nefsimiz ile ilgili önemli bilgiler içerdiğini düşünüyorum.

Başından geçenleri Haz. Ayşe kendisi anlatıyor,

“ Peygamber sefere çıktığı zamanlarda eşlerinden birini de yanına alır, bunun için de aralarında kura çekerdi. Mustalık oğulları seferine çıkılacağı zaman da kurada benim ismim çıkmış ve Peygamber ile beraber sefere çıkmıştım. Bu sefer, örtünme ayeti indirildikten sonra idi. Ben deve üzerine konulan kapalı bir bölmede seyahat eder, konak yerlerinde yine bu bölme içinde indirilirdim. 

Sefer bitip de geri dönerken, Medine’ye yaklaştığımız bir yerde mola verdik. Gecenin bir kısmını orada geçirdik. Sabaha karşı hareket emri verildiği sırada ben tuvalet ihtiyacı ile ordudan uzakça bir yere gittim. Geri dönüp devemin yanına geldiğimde, Yemen boncuğundan yapılmış kolyemi kaybettiğimi anladım. Tekrar geri dönüp alaca karanlıkta kolyemi aramaya koyuldum. Ben geri dönmedikçe ordunun hareket etmeyeceğini biliyordum. 

Ne var ki bana hizmet edenler, mahfeye girdiğimi zannederek deveye yüklemişler ve ordu hareket etmiş. O günlerde kadınlar az yedikleri için kilolu değillerdi. Ben ise zaten küçük yaşta bir kadındım. Bu nedenle, mahfeyi yüklerken içinde olmadığımı fark edememişler. Kolyemi bulup da ordugâha geldiğimde kimseyi göremeyince gittiklerini anladım. Yokluğumu fark ettiklerinde geri dönüp arayacaklarını düşünerek olduğum yerde beklemeye başladım. Bu sırada uyumuşum.

Güneş doğarken ordunun artçı kuvvetlerinden Safvan bulunduğum yere gelmiş ve beni fark etmiş. Onun, hepimiz Allah’tan geldik ve yine Ona döneceğiz, diyen sesiyle uyandım. Sonra devesini çöktürdü ve ben bindim. Sonra Safvan önde deveyi çekerek yürüdü. Nihayet öğle sıcağında orduya yetiştik.

Medine’ye vardığımızda hastalandım. Meğer ben hasta yatarken halk arasında da iftira dedikoduları dolaşmakta imiş. Önceleri haberim yoktu. Fakat Peygamberin diğer rahatsızlıklarımda gösterdiği şefkat ve ilgiyi bu hastalığımda göstermediğini fark etmiştim. Odaya girdiğinde yalnızca selam veriyor ve adımı anmadan, hastamız nasıldır? demekle yetiniyordu.

Bir gece Mistah’ın annesi Selma ile birlikte evlerin uzağında, Menası denen bir yere tuvalete çıkmıştık. O günlerde evlerin yanında hela yapmak henüz âdet değildi ve ihtiyaçlarımızı geceden geceye gidermeye çalışırdık. Yolda Selma’nın ayağı takıldı ve düştü. Âdet olduğu üzere, kahrolsun demek yerine Mistah kahrolsun, diyerek oğluna beddua etti. Oğluna niçin beddua ettiğini sorduğumda ise, ortada dolaşan dedikoduları duymadın mı, diyerek olan biteni anlattı. Bunun üzerine sanki hastalığım bir kat daha arttı. 

Eve döndüğümüzde Peygamber içeri gelip selam verdi ve, 
- Hastamız nasıllar? diye sordu. Ben de kendisine, 
- Ey Allah’ın resulü, babamın evine gitmem için bana izin veriniz, dedim. Annem ve babamla bu konu hakkında konuşmak istiyordum. Peygamber izin verdi. Baba evine geldiğimde anneme, - Halk arasında konuşulan bu dedikodular nedir? diye sordum. Annem, 
- Kızım kendini üzme. Senin gibi güzel ve sevilen bir insanın düşmanı olmaması pek nadirdir, dedi. O gece sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi ve uyuyamadım.

Peygamber ise vahyin gecikmesi üzerine o sabah Ali bin Ebu Talib’i ve Üsame bin Zeyd’i yanına çağırıp dedikodular hakkında görüşmüş. Bu görüşmede Üsame, peygamberin sevdikleri için yapılan dedikoduların çirkinliğini dile getirip, 
- Ya Resûlullah! biz Ayşe hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz, demiş. Ali ise, 
- Ey Allah’ın Resulü! Allah sana dünyayı dar etmemiştir. Senin için Ayşe’den başka kadın çoktur. İsterseniz bir de hizmetçisi Berire’ye sorunuz, belki o daha iyi bilir, demiş. Peygamber bunun üzerine Berire’yi çağırıp, 
- Ey Berire! Hanımında sana şüphe veren bir hal gördün mü? diye sormuş. Berire ise, 
- Hayır ya Resûlullah, görmedim. Sizi peygamberlikle gönderen Allah’a yemin ederim ki, Onun şundan daha büyük bir kusurunu görmedim. Ayşe gençtir, hamur yoğururken dalgınlığına gelir unuturdu da, evin koyunu gelip hamuru yerdi, demiş.

Böylece Peygamber o gün mescitte bir konuşma yapar ve bu dedikoduyu ilk ortaya çıkaranlar hakkında söyleyeceklerinden dolayı mazur görülmesini dileyerek, 
- Ailem hakkında bana üzüntü veren bu dedikoduya karşı bana kimler yardım eder de, bu kötü sözlere cevap verir? Yemin ederim ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. İftira edenler, bir adamın da adını ortaya koydular ki, bu insan hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu temiz insan bugüne kadar bensiz evime girmiş değildir, demiş. Bunun üzerine Evs kabilesinden Sad bin Muaz ayağa kalkarak, 
- Ya resûlullah! Eğer bu kötü sözü ortaya çıkaran Evs’den ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazreci ise ve ne yapmak gerekiyorsa, siz emredersiniz biz onu da yerine getiririz, demiş. 
Bu defa da Hazrecilerden Sad bin Ubade kabile gayreti ile ayağa kalkarak, 
- Vallahi yalan söylüyorsun! Senin bir Hazreciyi öldürmeye gücün yetmez, demiş. Derken, Evs’den Üseyd bin Hudayr fırlayıp, 
- Allah’a yemin ederim asıl sen yalan söylüyorsun! Elbette biz onu katlederiz. Sen muhakkak münâfık olmalısın ki, münâfıklar hesabına konuşuyorsun, diyerek mukabele etmiş. Derken sesler yükselmiş, her iki kabilenin mensupları ayaklanmışlar, hatta birbirlerine girecek olmuşlar. Peygamber bu sırada henüz minberde imiş. Hemen inmiş ve tarafları yatıştırmış. Sonra kendisi de susmuş ve bu konu hakkında başka bir şey söylememiş.

Ben ise iki gün boyunca ağlayıp durdum. Bir ara ensardan bir kadın ziyaretime gelmiş benimle birlikte ağlıyordu ki, Peygamber evimize geldi ve içeri girip yanıma oturdu. Bir aydır beklediği halde, kendisine bu mesele hakkında hiçbir şey vahiy olunmamıştı. Allah’ın birliğine şahadet getirdikten sonra bana, 
- Ya Ayşe! Bana senin hakkında, bildiğin kötü sözler ulaştı. Şayet sen bu iftiralardan uzak isen, Allah seni yakında temize çıkaracaktır. Yok, eğer böyle bir günaha yaklaşmış isen tövbe et ve Allah’tan af dile. Çünkü kul günahını itiraf edip pişman olunca, Allah da ona merhametle muamele eder, dedi. Bu sözleri işitince babama dönüp, 
- Söylenen sözlere benim adıma cevap ver, dedim. Babam, 
- Kızım, vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Bu defa anneme dönüp benim adıma cevap vermesini istedim. Annem, 
- Vallahi ne diyeceğimi ben de bilmiyorum, dedi. Yaşım küçüktü ve Kuran’ı çok iyi bilmiyordum. Buna rağmen şöyle cevap verdim. 
- Vallahi çok iyi bilirim ki, siz bu dedikoduyu işitince nefsinizde büyüttünüz ve ona inandınız. Şimdi ben size, böyle bir günah işlemediğimi söylesem bana inanmazsınız. Eğer, işledim desem muhakkak hemen inanırsınız. Bu duruma uygun bir misal olarak, Yusuf’un babası Yakup’dan başka bir örnek bulamıyorum. Kardeşleri, Yusuf’un gömleğinde yalandan bir kan lekesi getirdiklerinde, - Hayır, nefisleriniz güzel göstererek sizi fitneye sevk etmiştir. Şimdi bana düşen büyük bir sabırdır. Yardımcım da Allah’tır, demişti. Bu sözleri söyledikten sonra yatağımda arkamı döndüm. Bu mesele hakkında vahiy indirilmesini beklemiyordum ama, Allah’ın hiç olmazsa Peygamberine bir rüya göstermek suretiyle beni temize çıkaracağını umuyordum. Derken, henüz hiç kimse yerinden kıpırdamamıştı ki, Peygamberi vahiy hâli sardı. O haldeyken soğuk kış günlerinde bile boncuk boncuk ter dökerdi. Vahiy hâlinden çıkınca, sevinçten yüzü gülüyordu. Bana ilk söylediği şu oldu, 
- Ya Ayşe, Allah’a hamd et. Allah seni iftiralardan uzak kıldı.
Bunun üzerine annem bana, 
- Kızım kalk da Peygambere teşekkür et, dedi. Ben, 
- Hayır, kalkmam ve yalnızca beni temize çıkaran Allah’a şükrederim, dedim. Bu ayetler şunlardır.

“ Size iftira edenler, küçük bir güruhtur. Ey iftiraya maruz kalanlar, siz onu kendiniz için bir kötülük saymayın. Belki de o sizin için bir hayırdır. İftira edenlerden her kişiye, edindiği günahın azabı vardır. Onlardan büyük günah işleyenler için de büyük azap vardır. Ne olurdu o iftiralar işitildiği zaman, erkek veya kadın kendi nefislerine kıyas ederek hüsnü zanda bulunsalardı da, hayır bu bir iftiradır, diyebilselerdi. Veya böyle bir şeyi söyleyebilmek için en az dört şahit getirselerdi. Madem ki şahit getiremediler, onlar muhakkak yalancıdırlar. Eğer Allah’ın dünya ve ahretteki rahmeti üzerinizde olmasaydı, o daldığınız dedikodudan size muhakkak büyük bir azap isabet ederdi. Siz, hakkında bilginiz olmayan bir yalanı dilinizle söylerken onu kolay bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah katında büyük bir vebaldir. O yalanları işittiğinizde, Bunu söylemek bize düşmez, hâşa bu büyük bir yalandır, demeli idiniz. Eğer mümin iseniz, buna benzer bir büyük günahı bir daha ebedi işlemeyiniz, diye Allah size nasihat ediyor. Allah ayetlerini sizin için açıklıyor. Çünkü Allah Alîmdir, Hakîmdir.”

Daha sonra babam Ebu Bekir, akrabamızdan olduğu için yardım ede gelmekte olduğu ve iftira edenlerin arasında yer alan Mistah için, 
- Madem ki kızım Ayşe’ye bu iftirada bulunanların arasında yer aldı, ben de bundan böyle ona yardım etmeyeceğim, diyerek yemin etti. Bunun üzerine Allah,

“ Ey müminler! Sizden güç ve servet sahibi olanlar, akrabalarına, düşkünlere ve Allah yolunda güçlüğe uğrayanlara yardım etmekte kusur etmesin. Affetsin ve aldırmasın! Allah’ın da sizi affetmesini istemez misiniz? Allah Gafurdur, Rahimdir.” ayetini indirdi.

Bu ayet üzerine Ebu Bekir, 
- Vallahi, Allah’ın beni affetmesini muhakkak çok severim, dedi ve Mistah’a yapmakta olduğu yardıma devam etti.

Peygamber, hakkımda yapılan bu dedikodular hakkında Zeynep bint-i Cahş’a da, 
- Zeynep, Ayşe hakkında ne bilirsin ve ne gördün? diye sormuştu. Zeynep ise bana rakip olmasına rağmen, 
- Ya Resûlullah! Ben gözümü ve kulağımı, görüp işitmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi Ayşe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem, diyerek cevap vermişti. Allah Onu, bu güzel ahlakı sebebi ile günahkar olmaktan muhafaza buyurdu.” 1

Yukarıda okuduğum hadisin ekinde şöyle deniyor;

“ İfk hadisi, rivayet usulü açısından en kuvvetli hadislerdendir. Buhari bu hadisi, Megazi, Tefsir, İman, Nüzur, İtisam, Cihad, Tevhid bahislerinde de rivayet etmiştir. Yalnızca şahâdet bahsindeki rivayetinde dört senedi vardır. Aynı hadisi Müslim Tövbe bahsinde, Nesai Tefsir bahsinde başka birçok kimseden rivayet etmişlerdir.
Uzun bir metin ile rivayet edilen bu hadisin her cümlesinden ayrı bir hüküm çıkarılarak istifade edilebilir. Hafız Bedrüddin Aynî, Umdetü’l-Kârî isimli eserinde bu hükümlerden bazılarını bildirdikten sonra, toplam olarak altmıştan fazla olduğunu haber veriyor. Bu hükümlerden çoğu İslam adabı muaşeret kurallarına aittir. Halbuki her akıllı insan zekası nispetinde bu olaydan yararlanabileceği farklı hükümler çıkarabilir.”

*

Yukarıdaki hadisten hüküm çıkarmak haddim değildir. Ancak, açıklamada da ifade edildiği üzere farklı anlamak hakkına sahibim ve anlayışımı aktarmak isterim.

Şimdi şu cümlelere bir göz gezdirelim,

“- Ailem hakkında bana üzüntü veren bu dedikoduya karşı bana kimler yardım eder?”
Peygamber mescitte yaptığı konuşmada üzüldüğünü bildirmektedir.

“ Peygamberin diğer rahatsızlıklarımda gösterdiği şefkat ve ilgiyi bu hastalığımda göstermediğini fark etmiştim. Odaya girdiğinde yalnızca selam veriyor ve adımı anmadan, - Hastamız nasıllar? demekle yetiniyordu.”
Peygamber olanca nezaketine rağmen eşi Haz. Ayşe’ye biraz soğuk davranıyor. Demek ki gerçekten biraz alınmış.

“ Peygamber bir aydır beklediği halde, kendisine bu mesele hakkında hiçbir şey vahiy olunmamıştı.”
Yoksa bizim bilmediğimiz, aslını sadece kendisinin bildiği vahiy denen bir oluşum mu beklemekte? Eğer öyleyse, sık sık inen büyük melek Cebrail neden gecikiyor?

Soruların cevabı, Haz. Ayşe’nin anlattığı hatıranın satır aralarında saklıdır. Cümlelere göz gezdirmeye devam ediyoruz,

“ Peygamber ise vahyin gecikmesi üzerine o sabah Ali bin Ebu Talib’i ve Üsame bin Zeyd’i yanına çağırıp dedikodular hakkında görüşmüş.”

“ Peygamber bunun üzerine Berire’yi çağırıp, - Ey Berire! Hanımında sana şüphe veren bir hal gördün mü? diye sormuş.”

“ Peygamber, hakkımda yapılan bu dedikodular hakkında Zeynep bint-i Cahş’a da, -Zeynep, Ayşe hakkında ne bilirsin ve ne gördün? diye sormuştu.”

“ - Ya Ayşe, eğer böyle bir günaha yaklaşmış isen tövbe et ve Allah’tan af dile.”

Peygamber kırgın, hâttâ birazda kızgın bir halde şüphe içindedir. Onun bu durumunu Haz. Ayşe şu cümlelerle tespit ediyor.

“ Vallahi çok iyi bilirim ki, siz bu dedikoduyu işitince nefsinizde büyüttünüz ve ona inandınız. Şimdi ben size, böyle bir günah işlemediğimi söylesem bana inanmazsınız. Eğer, işledim desem muhakkak hemen inanırsınız.”

Sizi bilmem ama, bu hadisi yıllar önce ilk okuduğumda biraz şaşırdığımı itiraf ederim. Herkesin başına gelebilecek böyle bir sıkıntıda Haz. Ayşe’nin üzüntüsünü anlamak belki kolaydır ama, ya Peygamber? Peygamber değil mi, peygamberler her şeyi bilmez mi? Hadi bilemiyor, Allah niçin hemen bildirmiyor? Cebrail niçin bir ay beklesin?

Aradığımız cevap Kuran’dadır.
“ De ki ; - Allah’ı tenzih ederim! Ben peygamber olan bir insandan başka bir şey miyim? İsra 17/95”

Kuran peygamberlerin de sadece bir insan olduğunu bildirirken, Son Peygamber belki de nefsi ile baş başa kaldığı sayılı günlerden birini yaşamaktadır.

Ya Haz. Cebrail! Peygamberin bu zor anında nerede dersiniz?
Belki de uzakta değildi ve çoktan inmiş konuşmaktaydı. Fakat Peygamber de dinleyecek hal mi var? İşte konuşan Haz. Cebrail’in sözleri!

“ Üsame, peygamberin sevdikleri için yapılan dedikoduların çirkinliğini dile getirip, - Ya Resûlallah! biz Ayşe hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz, demiş.”

“ Berire ise, - Hayır ya Resûlullah, görmedim. Sizi peygamberlikle gönderen Allah’a yemin ederim ki, onun büyük bir kusurunu görmedim.”

“ Zeynep, - Ya Resûlullah! Ben gözümü ve kulağımı, görüp işitmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi Ayşe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem, diyerek cevap vermişti.”

Haz. Ayşe bu hadisi anlatırken söylemeyi unutmuştur ama, konuşan ve hakkı gösteren Haz. Cebrail’in en etkili sözleri o günlerde Haz. Ömer’in dudaklarından dökülmektedir.

“ Haz. Ayşe hakkındaki iftiranın konuşulduğu günlerde, Peygamber yakın arkadaşları ile görüşüp dertleşirken Haz. Ömer, 
-Ya Resûlallah! Ayşe’yi sana nikahlayan kimdir? diye sordu. Allah! cevabını alınca da, 
- Peki Ayşe’yi verirken Allah’ın seni aldatmış olabileceğini aklına getirir misin? dedi ve bu sözler, Haz. Ayşe’yi temize çıkaran ayetlerin içinde bir ayet olarak indirildi.” 2

Nihayet Haz. Cebrail’in hakka davet eden son sözleri, bizzat ağlayan Haz. Ayşe’nin ağzından,

“ Şimdi ben size, böyle bir günah işlemediğimi söylesem bana inanmazsınız. Eğer, işledim desem muhakkak hemen inanırsınız. Şimdi bana düşen büyük bir sabırdır. Söz ettiğiniz iftiraya karşı da yardımcım Allah’tır.” şeklinde çıkmaktadır ki, Peygamber hak duygusu ile birdenbire nefsinden sıyrılmış ve konuşan Haz. Cebrail’in sözlerini tekrar duyabilmiştir.

Haz. Cebrail konusunu çalışırken söylediğim,
“ Cebrail ve kanatları, bizim kendi varlığımızın dışındaki her bir görüntü, her bir ses ve her bir nefesin ta kendisidir. Bu nedenle, kendi nefsinden vazgeçmeyenler ve kendinden başkasının kıymetini bilmeyenler için, Onun gösterdiğini görmek ve Onun söylediğini duymak imkanı yoktur.” cümleleri ile ifade etmeye çalıştığım mana işte buydu.

Allah bilir ya, Peygamber sürekli okuduğu ve okunmasını istediği şu duanın kıymetini belki de bu hadiseden sonra daha iyi anlamıştı;

“Allah’ım, beni bir an olsun nefsimle baş başa bırakma!” 3

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 80
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 351
3 Sünen-i Ebu Davud / Nikah Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1997 33 2118

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder