Kültür tarihinde de aynı şeye tanık oluruz. Roma’da ve Bizans’ta eski çağ kültürünün ışığı sönmekteyken, Arap yarımadasında yeni bir kültür doğuyordu.
Arabistan’dan öteden beri kervanlar gelir geçerdi. Hindistan’dan gelen değerli taşlar ve baharat, Çin’den gelen ipekli kumaşlar ve Afrika sahillerinden alınan fildişi gemilerle yarımadanın güneyindeki Yemen’e getirilir, oradan da develere yüklenerek Mekke ve Yesrib (Medine) üzerinden Mısır, İran ve Roma’ya ulaştırılırdı. Yeryüzünde insanlarla birlikte eşyalar da dolaşıyordu. İpekli bir kumaş topu ya da bir çuval karabiber, bir İngiliz lordunun ya da bir Alman baronunun şatosuna ulaşıncaya kadar, oldukça uzun bir yol kat ederdi.
Çöl çok sıcak, yol ise pek uzun ve tehlikeliydi. Çölde dağınık yaşayan bedevi göçerlerin arasından emniyetle geçebilmek, özel anlaşmalar gerektirirdi. Bu zor iş, herkesin yapabileceği işlerden değildi. Yarımadanın ortasındaki kutsal şehir Mekke ise kervanlar için vazgeçilmez bir konaklama yeriydi. Arap tüccarlar burada ihtiyaçlarını giderip dinlenir, sonra Kabe’deki kutsal kara taşa tapınarak yollarına devam ederlerdi. Gökten düştüğüne inanılan bu kara taş, bütün Arap kabilelerince kutsaldı. Çünkü Arabistan çöllerinde insana yalnızca yıldızlarla taşlar yol gösterirdi ve yıldız gökten düşünce de tanrı sayılmaya başlanmıştı.
Mekke’ye yarımadanın her tarafından hacılar akın ederdi. Bedevi göçerler koyun, keçi ve deve sürüleriyle gelip, şehrin hisarları önünde beyaz çadırlar kurarlardı. Aslında, şehirliler ve çöl bedevileri birbirlerini pek sevmezlerdi ama, Mekke’de herkes kendini emniyette sayabilirdi.
Mekke’de kimse toprağı işlemez, zanaatla uğraşmazdı. Mekke bir ticaret şehriydi. Burada yıl on iki ay bayramdı. Bayramsa panayırsız olmazdı. Güneşli panayır yerleri kalabalık ve gürültülü olurdu. Bir yanda eşekler anırır, avaz avaz bağıran satıcıların sesine, yaylana yaylana geçen develerin çan sesleri karışırdı.
Panayırlardaki pazar yerlerinde alış veriş edilir, eğer işler iyi gitmezse, tanıdık bir zenginden birkaç Bizans dinarı ödünç alınabilirdi.
Mekke’de kimse toprağı işlemez, zanaatla uğraşmazdı. Mekke bir ticaret şehriydi. Burada yıl on iki ay bayramdı. Bayramsa panayırsız olmazdı. Güneşli panayır yerleri kalabalık ve gürültülü olurdu. Bir yanda eşekler anırır, avaz avaz bağıran satıcıların sesine, yaylana yaylana geçen develerin çan sesleri karışırdı.
Panayırlardaki pazar yerlerinde alış veriş edilir, eğer işler iyi gitmezse, tanıdık bir zenginden birkaç Bizans dinarı ödünç alınabilirdi.
Dar sokaklardan, evlerin toprak sıvalı kerpiç duvarları arasından, hepsi birbirine benzeyen, beyaz entarili bir insan seli gelip geçerdi.
Mekke tüccarları zengin yaşarlardı. Hele altın sarrafları, hepsinden daha zengindi.
Serin çöl gecelerinde genellikle şarap içilir, saatler süren uzun sohbetlere dalınırdı. Dinden, felsefeden, efsanelerden söz edilirdi. Kimi evlerden ahenkli bir dans müziği duyulurken, kimi evlerde soylu kahramanlık şiirleri okunurdu.
İyi ama, kendilerini mutlu sayabilecek bu insanların yüzleri, bugünlerde neden böyle asıktı? Neden bir misafir tüccar, borç taksitinin ertelenmesinden ya da faizin azaltılmasından gün geçtikçe daha zor söz açabiliyordu?
Mekke tüccarları zengin yaşarlardı. Hele altın sarrafları, hepsinden daha zengindi.
Serin çöl gecelerinde genellikle şarap içilir, saatler süren uzun sohbetlere dalınırdı. Dinden, felsefeden, efsanelerden söz edilirdi. Kimi evlerden ahenkli bir dans müziği duyulurken, kimi evlerde soylu kahramanlık şiirleri okunurdu.
İyi ama, kendilerini mutlu sayabilecek bu insanların yüzleri, bugünlerde neden böyle asıktı? Neden bir misafir tüccar, borç taksitinin ertelenmesinden ya da faizin azaltılmasından gün geçtikçe daha zor söz açabiliyordu?
Mekke için kötü günler gelmişti. Altın para Roma imparatorlarının elindeydi ve Roma çöküyordu. Doğuya giden kervan yollarını ise İranlılar tutuyordu. Arabistan kenarda kalmış, ticaret gittikçe daha çok bozuluyordu. Akdeniz günden güne daha bir ıssızlaşıyordu. Kuzeyden gelen kavimler İtalya’da yeni krallıklar kurmuşlar, uzak doğu ticareti İran ve Bizans üzerinden yapılır olmuştu.
Dünyanın sonu gelmişe benziyordu. Kervanlar uğramaz olunca, en zengin ticaret merkezleri bile söner, suyu çekilmiş çeşmeye dönerdi. Mermer sarayları kumlar basardı.
Dünyanın sonu gelmişe benziyordu. Kervanlar uğramaz olunca, en zengin ticaret merkezleri bile söner, suyu çekilmiş çeşmeye dönerdi. Mermer sarayları kumlar basardı.
Mekke’ye de işte böyle bir tehlike çöküyordu. Pazar yerlerindeki şenlik susmuş, hamalların kervan sürücülerinin ve yoksulların homurtuları yükselir olmuştu.
Zenginler faizle borç vererek henüz geçinebiliyorlardı ama, borçluların durumu oldukça ağırdı. Borç ilmiği boyunlarını sıktıkça sıkıyordu.
İnsanlar Kabe duvarına gömülü kutsal kara taşa gittikçe artan bir şevkle dua ediyor, ama taş susuyordu. Kervansaraylarda, yabancı tüccarların anlattıklarını can kulağıyla dinliyorlardı. Yabancı mallarla birlikte, yabancı inançlarda geliyordu. Museviler kurtarıcıdan, Hıristiyanlar Mesih’ten söz ediyorlardı. Panayır yerlerindeki mutsuz kalabalıkların içinde, artık kahinler ve peygamberler dolaşır olmuştu. Bunlardan birinin adı da, Muhammet’ti.” 1
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 İnsan nasıl insan oldu M.İlin - E. Segal Yeni Dünya Tek kitap 274
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 222
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 223
4 Ana Britannica Ansiklopedi Ana Yayıncılık / 1988 10 592
5 İnsan nasıl insan oldu M.İlin - E. Segal Yeni Dünya Tek kitap 23
Zenginler faizle borç vererek henüz geçinebiliyorlardı ama, borçluların durumu oldukça ağırdı. Borç ilmiği boyunlarını sıktıkça sıkıyordu.
İnsanlar Kabe duvarına gömülü kutsal kara taşa gittikçe artan bir şevkle dua ediyor, ama taş susuyordu. Kervansaraylarda, yabancı tüccarların anlattıklarını can kulağıyla dinliyorlardı. Yabancı mallarla birlikte, yabancı inançlarda geliyordu. Museviler kurtarıcıdan, Hıristiyanlar Mesih’ten söz ediyorlardı. Panayır yerlerindeki mutsuz kalabalıkların içinde, artık kahinler ve peygamberler dolaşır olmuştu. Bunlardan birinin adı da, Muhammet’ti.” 1
Yukarıdaki satırlar bilimsel materyalist görüşü savunan iki Sovyet yazarındı. Kimilerinin pek hoşuna gitmemiş olabilir, ancak anlatılanlar doğrudur. Son Peygamber böyle bir şehirde ve gerçekten böyle bir zamanda doğdu.
610 yılı civarında evli, dört çocuklu ve kırk yaşlarında iken, bir gün çevresindekilere bazı şeyler anlatmaya başlar. Allah’tan, peygamberlerden ve dinden söz etmekte, kendisinin de peygamber olduğunu iddia etmektedir. Mekkeliler önce aldırmazlar, bu çok eskiden beri alışık oldukları bir manzaradır. Ne var ki bazıları ona gerçekten inanırlar ve üç yıl içinde otuz, kırk kişi olurlar. Kendilerini Müslüman olarak isimlendiren bu insanlar gün geçtikçe artmaya başlamıştır, özellikle de fakirler, köleler, kimsesizler.
Yoksa bu Muhammet’in başını çektiği bir sınıf hareketi, ekonomik ve sosyal düzene karşı bir başkaldırı mı?
Öyle değilse bile, Muhammet herkesin inandığı değerleri niçin ve ne hakla eleştiriyor! Yoksa sivrilmek ve öne çıkmak mı istiyor?
Yoksa bu Muhammet’in başını çektiği bir sınıf hareketi, ekonomik ve sosyal düzene karşı bir başkaldırı mı?
Öyle değilse bile, Muhammet herkesin inandığı değerleri niçin ve ne hakla eleştiriyor! Yoksa sivrilmek ve öne çıkmak mı istiyor?
Hayır, buna izin verilemez. Artık tedbir almak ve haddini bildirmek gerekir. Mekke’nin ileri gelenleri yavaş yavaş Muhammet’i uyarmaya başlarlar.
İşte bu tartışmanın sürdüğü o günlerden birinde, birileri kendisi için “Ebter” derler. Ebter Arap dilinde soyu kesik demektir. Gerçekten dört kızı vardır ama, Abdullah, Tahir ve Kâsım adındaki üç oğlu çok yaşamamıştır. Çoğu yerde olduğu gibi Araplarda da mal mülk, soy sop ile övünülürmüş ve bu sözü bir aşağılama, bir hakaret olmak üzere söylemişlerdir. Muhammet üzülür. Bir süre sonra çıkar ve bunu söyleyenlere Allah’ın şöyle dediğini iletir;
“ Şüphesiz sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabb’in için namaz kıl, kurban kes. Asıl soyu kesilecek olan, sana kin tutan kimsedir. Kevser 108/1-3”
Kevser sonsuz çokluk, çeşitlilik, bereket ve hayır demekmiş. Bu nedenle Türkçe çevirilerde surenin ilk ayeti, “ Ey Muhammet! Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir.” şeklinde tercüme edilir.
Bir insan düşünün ki, doğmadan babasını, altı yaşında annesini, sonra da dedesini arka arkaya kaybetmiş, sanki gurbette yaşarmış gibi bir çocukluk geçirmiştir. Sonra evlenip üç çocuğunun acısını daha yaşamış, karısının, kızlarının ve yakın arkadaşlarının acılarını göreceği günler de ilerideki yıllarda onu beklemektedir. Dövülmekte, sövülmekte ve sürülmektedir. Kısacası, Peygamberin sıkıntı ve acılarla dolu bir ömür sürdüğü meydandadır. Buna rağmen o hâlâ şükretmekte, Allah da ona “Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir.” diye hitap etmektedir. Garip değil mi, bu ne biçim bir nimet? Nedir Allah’ın Peygamberine verdiği bu Kevser?
Bir insan düşünün ki, doğmadan babasını, altı yaşında annesini, sonra da dedesini arka arkaya kaybetmiş, sanki gurbette yaşarmış gibi bir çocukluk geçirmiştir. Sonra evlenip üç çocuğunun acısını daha yaşamış, karısının, kızlarının ve yakın arkadaşlarının acılarını göreceği günler de ilerideki yıllarda onu beklemektedir. Dövülmekte, sövülmekte ve sürülmektedir. Kısacası, Peygamberin sıkıntı ve acılarla dolu bir ömür sürdüğü meydandadır. Buna rağmen o hâlâ şükretmekte, Allah da ona “Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir.” diye hitap etmektedir. Garip değil mi, bu ne biçim bir nimet? Nedir Allah’ın Peygamberine verdiği bu Kevser?
Son Peygamber Kevser’i şöyle anlatıyor,
“ - Her iki sahilinde inciden kubbeli içi boş saraylar olan bir ırmağa götürüldüm. Cebrail’e,
“ - Her iki sahilinde inciden kubbeli içi boş saraylar olan bir ırmağa götürüldüm. Cebrail’e,
- Bu nedir diye sordum. O da,
- İşte bu Kevser’dir, diye cevap verdi.” 2
Vefatından sonraki günlerden birinde ise eşi Haz. Ayşe şöyle anlatıyordu,
“ Kevser, peygamberinize hediye edilen muazzam bir ırmaktır. Onun iki yakasında içi boş saraylar vardır ve kubbeleri halis incidendir. Bu kutsal nehrin bardakları da yıldızlar kadar çoktur.” 3
“ Kevser, peygamberinize hediye edilen muazzam bir ırmaktır. Onun iki yakasında içi boş saraylar vardır ve kubbeleri halis incidendir. Bu kutsal nehrin bardakları da yıldızlar kadar çoktur.” 3
*
Irmak, saraylar ve yıldızlar kadar çok bardak! Ne demek bunlar? Bardaklar neden bu kadar çok?
Kelimeler bilgi taşırlar. Sözler de anlaşıldığı ölçüde değer kazanır. İnci kıymetli ve saraylar şimdilik boştur. Boştur çünkü, insan için olan değerli şeyler hak edilmeyi beklemektedir.
Son Peygamber deniz daha büyük olduğu halde niçin ırmağı misal getirmiştir? Çünkü ırmaklarda hayat veren tatlı su akar ve ırmaklar sonsuza akar. Bu ırmak, önce kendi bedenimizde ve sonra da çevremizdeki sayısız varlıkta seyrettiğimiz büyük değişim ırmağıdır.
Efesli düşünür Heraklitos, Peygamberden bin yıl önce şöyle diyordu,
“ Irmaktaki aynı suda iki kez yıkanılamaz.” 4
Ama Heraklitos da biliyordu ki, buna rağmen ırmağın suları hiç bitmez. Ovalardan denizlere, denizlerden bulutlara, sonra bulutlardan yine ovalara, akar durur!
Son Peygamber deniz daha büyük olduğu halde niçin ırmağı misal getirmiştir? Çünkü ırmaklarda hayat veren tatlı su akar ve ırmaklar sonsuza akar. Bu ırmak, önce kendi bedenimizde ve sonra da çevremizdeki sayısız varlıkta seyrettiğimiz büyük değişim ırmağıdır.
Efesli düşünür Heraklitos, Peygamberden bin yıl önce şöyle diyordu,
“ Irmaktaki aynı suda iki kez yıkanılamaz.” 4
Ama Heraklitos da biliyordu ki, buna rağmen ırmağın suları hiç bitmez. Ovalardan denizlere, denizlerden bulutlara, sonra bulutlardan yine ovalara, akar durur!
“ Allah her an yeni bir yaratıştadır Rahman 55/29.” diyen Kuran, “Âlemde değişmeyen tek şey değişimdir.” diyen materyalist bilime hak veriyor gibidir. Hem geçmişte, hem gelecekte. Hâttâ cennette bile!
Ya bardaklar? Bardaklar insan içindir ve insanlar yıldızlar kadar çoktur. Tıpkı Allah’ın Tevrat’ta Haz. İbrahim’e dediği gibi,
“ Ve senin zürriyetin yıldızlar kadar çok olacaktır. Tekvin, 15/4”
Ya bardaklar? Bardaklar insan içindir ve insanlar yıldızlar kadar çoktur. Tıpkı Allah’ın Tevrat’ta Haz. İbrahim’e dediği gibi,
“ Ve senin zürriyetin yıldızlar kadar çok olacaktır. Tekvin, 15/4”
*
Ve bakın, Peygamberden ve Kevser’den haberi olmayan 2000 yılının insanı bu büyük ırmağa nasıl bakmaya başlamıştır,
“ Bir insan, bir ırmağın akıntısına karşı gide gide nasıl kaynağa varırsa, biz de insan tecrübesinin kaynağına geldik. Bu kaynakta hem insan toplumunun, hem dilin, hem de düşüncenin başlangıcını bulduk.
Bir ırmağın kendisine akan kollarla daha da genişlediği ve sularının arttığı gibi, insan tecrübesinin ırmağı da gittikçe genişleyip derinleşiyordu. Çünkü her yeni kuşak tüm tecrübelerini bu ırmağa akıtıyordu.
Kuşaklar birbiri ardınca ölüyor, geçmişe karışıyordu. İnsanlar ve kabileler iz bırakmadan yok oluyor, şehir ve köylerin yerinde yeller esiyordu. Zamanın yıkıcı gücüne hiçbir şey dayanamayacak gibiydi. Fakat insanlığın tecrübeleri kaybolmuyor, bilimde yaşamaya devam ediyordu.
Dildeki her söz, çalışmadaki her hareket, bilimdeki her kavram, kuşakların bir yere toplanmış tecrübesidir. Irmağın akan suları ırmakta kaybolmadığı gibi, eski kuşakların tecrübeleri de boşa gitmemiştir. Bir zamanlar yaşamış olan insanların emeği, insanlık tecrübesinin ırmağında, yaşamakta olan insanların emeği ile kaynaşmaktadır.
Irmağın kaynağına, her şeyin başlangıcına işte böyle vardık. Çalışan, konuşan ve düşünen bir varlık olan insan işte böyle doğdu. Maymun değişe değişe insan haline gelinceye kadar geçmiş olan binlerce yıla göz atarken, Frederich Engels’in, insanı emeğin yarattığı hakkındaki sözlerini hatırlamamak imkansız.” 5
Bir ırmağın kendisine akan kollarla daha da genişlediği ve sularının arttığı gibi, insan tecrübesinin ırmağı da gittikçe genişleyip derinleşiyordu. Çünkü her yeni kuşak tüm tecrübelerini bu ırmağa akıtıyordu.
Kuşaklar birbiri ardınca ölüyor, geçmişe karışıyordu. İnsanlar ve kabileler iz bırakmadan yok oluyor, şehir ve köylerin yerinde yeller esiyordu. Zamanın yıkıcı gücüne hiçbir şey dayanamayacak gibiydi. Fakat insanlığın tecrübeleri kaybolmuyor, bilimde yaşamaya devam ediyordu.
Dildeki her söz, çalışmadaki her hareket, bilimdeki her kavram, kuşakların bir yere toplanmış tecrübesidir. Irmağın akan suları ırmakta kaybolmadığı gibi, eski kuşakların tecrübeleri de boşa gitmemiştir. Bir zamanlar yaşamış olan insanların emeği, insanlık tecrübesinin ırmağında, yaşamakta olan insanların emeği ile kaynaşmaktadır.
Irmağın kaynağına, her şeyin başlangıcına işte böyle vardık. Çalışan, konuşan ve düşünen bir varlık olan insan işte böyle doğdu. Maymun değişe değişe insan haline gelinceye kadar geçmiş olan binlerce yıla göz atarken, Frederich Engels’in, insanı emeğin yarattığı hakkındaki sözlerini hatırlamamak imkansız.” 5
Bu alıntının insan ve maymun ile ilgili son paragrafını alırken oldukça tereddüt ettiğimi itiraf etmeliyim. Ancak anlatım o kadar güzeldi ki, en can alıcı yerini dışarıda bırakmaya kıyamadım.
Yahudi ve Hıristiyanların düşüncelerini bilmiyorum ama, bazı Müslümanların Darwin’i ve materyalizmi şeytandan daha ürkütücü bulduklarını biliyorum. Özellikle radikal Müslümanlar, evrim teorisini inanç meselesi haline getirmiş çatışmaktadır.
Bugün bazı Müslümanların inandığı basit anlatım biçimi bilime inanan diğer Müslümanların fitneye düşmesine sebep olmakta, toplum bilim ve din arasında gizli bir çatışmaya sürüklenmekte, hâttâ sürüklenmiş çatışmaktadır.
Bugün bazı Müslümanların inandığı basit anlatım biçimi bilime inanan diğer Müslümanların fitneye düşmesine sebep olmakta, toplum bilim ve din arasında gizli bir çatışmaya sürüklenmekte, hâttâ sürüklenmiş çatışmaktadır.
Peki kim haklı? Din mi, bilim mi?
Bilimin ne söylediğini biliyorum. Dinin ne söylediğini kim biliyor? Bana göre karışıklık buradadır. Atıp tutanları, zanlarıyla takva satanları bir kenara koyup, Kuran’a Peygambere ve bilenlere sorup tartışacağım.
Bilimin ne söylediğini biliyorum. Dinin ne söylediğini kim biliyor? Bana göre karışıklık buradadır. Atıp tutanları, zanlarıyla takva satanları bir kenara koyup, Kuran’a Peygambere ve bilenlere sorup tartışacağım.
Maymuna, değişime ve emeğe tekrar döneceğim. Atamız Âdem’de!
*
Kitaplarda, din ve bilimin aynı şey olmadıkları ve sürekli çeliştikleri söylenir. Hangisi doğru söylüyor?
Bilim gerçektir ve gerçeği söylemektedir. Eğer gerçekse, din de gerçeği söylüyor olmalı ve söylediklerini akıl kabul edebilmelidir.
Ben dinin söylediklerine inandığım bilimin penceresinden bakmayı bu nedenle istemiştim. Görüyorum ki bilim gibi, Son Peygamber de varlığın sonsuz olduğunu söylemektedir.
Ben dinin söylediklerine inandığım bilimin penceresinden bakmayı bu nedenle istemiştim. Görüyorum ki bilim gibi, Son Peygamber de varlığın sonsuz olduğunu söylemektedir.
Arapça’dan tercüme yapmak, hele hele Kuran’a anlam vermek haddim değil ama, ayeti şöyle anlıyorum.
“ Ey Muhammet! Şüphesiz sana sonsuzluğu verdik.”
Bu kısacık ayetten varlığın sonsuz olduğunu anlar gibiyim. Kim bilir belki de ölüm geçici, diriliş gerçektir, ne dersiniz?
“ Ey Muhammet! Şüphesiz sana sonsuzluğu verdik.”
Bu kısacık ayetten varlığın sonsuz olduğunu anlar gibiyim. Kim bilir belki de ölüm geçici, diriliş gerçektir, ne dersiniz?
*
Kevser suresinin ayet sayısı itibariyle Kuran’ın en kısa suresi olduğu, bu özelliği nedeniyle de diğer surelere göre bir ayrıcalık taşıdığı söylenir. Sayın Kamil Miras Haz. Ayşe hadisinin altında diyor ki;
“ Bu sureye niçin Kevser adı verildiği hakkında muhtelif açıklamalar vardır. İkrime’den ; peygamberlik, Kuran, İslam tefsirleri rivayet edilmiştir. Mücahit’ten de ; tümüyle hayır ve saadettir şeklinde bir tefsir nakledilmiştir. Kimileri, Allah tarafından Peygambere ihsan edilen özel bir havuz, kimileri peygamberin kalbinde bir nur, kimileri şefaat, kimileri mucize, namaz, şahadet ve daha bir çok anlamlar vermişlerdir.
Kevser hadisi birçok kimse tarafından aynı sözlerle nakledilen nadir hadislerden biridir. Haz. Ayşe, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Enes bin Malik başta olmak üzere bir çok kimse tarafından rivayet edilmiştir. Doğruluğunda şüphe yoktur. Bu nedenle Kadı Iyaz, Kevser hadislerinin hepsi doğrudur, Kevser’e inanmak farzdır. Onu tasdik etmek ve varlığını kabul etmek imandandır. Ancak genel kanaat odur ki ; bu konuda söylenen her sözü ve yapılan her yorumu, söylendiği şekliyle kabul etmek doğru değildir, demektedir.”
Kevser hadisi birçok kimse tarafından aynı sözlerle nakledilen nadir hadislerden biridir. Haz. Ayşe, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Enes bin Malik başta olmak üzere bir çok kimse tarafından rivayet edilmiştir. Doğruluğunda şüphe yoktur. Bu nedenle Kadı Iyaz, Kevser hadislerinin hepsi doğrudur, Kevser’e inanmak farzdır. Onu tasdik etmek ve varlığını kabul etmek imandandır. Ancak genel kanaat odur ki ; bu konuda söylenen her sözü ve yapılan her yorumu, söylendiği şekliyle kabul etmek doğru değildir, demektedir.”
Belki de Kevser’e verilen bütün bu anlamların hepsi doğrudur. Çünkü söylenenlerin hepsi de Kevser’in, yani sonsuz çeşitliliğin içinde söylenmektedir. Ancak benim okuduklarım da gizli bir şey değildi. Bilinmedik şeylerden söz etmedim ve yeni bir şey de söylemedim. Kevser’e asıl anlamı dışında başka bir anlam da yüklemedim. Kevser sonsuzdur dediler ve ben de, evet dedim. Ve Kadı Iyaz’ın sözlerine dikkat edin, Kevser’e iman etmek farzdır, imandandır.
*
“ Şüphesiz sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes.”
Rabbimiz, namaz ve kurban! İtiraf etmeliyim ki bu kelimeleri henüz anlamış değilim ama, devamı o kadar zor değil.
“ Doğrusu, asıl soyu kesilecek olan sana kin tutan kimsedir.”
Gerçekten âlemde bâki kalan bir şey yok. Durmadan dönen bu zaman ve mekan değirmeni içinde bulunan her nesneyi çevirmekte, değiştirmekte ve görüntüsünü yok etmektedir. Bâki kalan, varlığın yok olmayan aslıdır.
O asıl olan şey nedir? Dinin var dediği halde gösteremediği Allah mı, yoksa Bilimin var deyip gösterdiği madde mi?
Sonsuzluğu anladım ama, doğrusu bu sorunun cevabını henüz ben de bilmiyorum. Aramaya devam edeceğim...
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 İnsan nasıl insan oldu M.İlin - E. Segal Yeni Dünya Tek kitap 274
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 222
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 223
4 Ana Britannica Ansiklopedi Ana Yayıncılık / 1988 10 592
5 İnsan nasıl insan oldu M.İlin - E. Segal Yeni Dünya Tek kitap 23
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder