Çok ilgisi var. Şimdi ameller ve niyetlerin karmakarışık olduğu, neyin doğru neyin yanlış olduğunun belli olmadığı, herkesin birbirini suçladığı bir kaos ortamına gidiyorum.
Türk yazar Turan Dursun’u belki tanımazsınız, ya da unutmuşsunuzdur. Ancak aynı şeyleri söyleyen Hintli yazar Salman Rüşdi’yi hatırlarsınız, Şeytan Ayetleri kitabının yazarı. İslam dini ve Son Peygamber Haz. Muhammet hakkında söylediklerinden ötürü İran İslam Cumhuriyeti tarafından ölüm cezasına çarptırıldı ve canını İngiltere’ye kaçarak kurtarabildi. Basından okuduğum kadarıyla hâlâ İngiltere’de yaşıyormuş ve sözlerini geri aldığı için hakkındaki ölüm cezası kaldırılmış. Turan Dursun ise Salman Rüşdi kadar şanslı değildi. 1990 yılında İstanbul’da evinin önünde vurularak öldürüldü.
Bu insanlar ölümü hak edecek kadar ne yapmış olabilirler? Yoksa söylendiği gibi yalan ve iftiralarla dini yıkmak mı istiyorlar..?
Okumadığım için Salman Rüşdi hakkında fikrim yok. Ancak Turan Dursun’u okudum ve işin doğrusu yalan söylemediğini itiraf etmeliyim. Gösterdiği kaynaklar önce Kuran, sonra da İslam’ın Kuran’dan sonra en temel taşları olan hadisler ve yazılı İslam tarihidir. İşte Taberi Tarihi ve işte meşhur şeytan ayetleri!
“ Bize bunu Humeyd söyledi, Ona ve arkadaşlarına Seleme, Ona da Muhammed bin Kâb el-Kureşî’den naklen İbn İshak şöyle anlatmıştır.
Tanrı elçisi kavmini çok sever ve hep onların iyiliğini isterdi. Onlarla yakınlaşmanın yollarını arar, fırsat buldukça da onlarla bu yakınlığı artırmaya çalışırdı. Pek ağır olan yükünü, kavmine olan sevgisi ve onlara olan düşkünlüğü hafifletiyordu. Ancak davetini kabul etmeyerek kendisinden yüz çevirmeleri ona çok zor geldi. Kureyşliler,
Tanrı elçisi kavmini çok sever ve hep onların iyiliğini isterdi. Onlarla yakınlaşmanın yollarını arar, fırsat buldukça da onlarla bu yakınlığı artırmaya çalışırdı. Pek ağır olan yükünü, kavmine olan sevgisi ve onlara olan düşkünlüğü hafifletiyordu. Ancak davetini kabul etmeyerek kendisinden yüz çevirmeleri ona çok zor geldi. Kureyşliler,
- Allah’ın her şeyi dirilttiğini, öldürdüğünü ve rızk verdiğini biliyoruz. İlahlarımız onun huzurunda bize şefaat eder. Bizim ilahlarımıza saygı duyarsan, biz de seninle bir oluruz, diyorlardı. Peygamber bu üzüntü ile Allah’tan, kavmi ile kendi arasını yakınlaştıracak bir sebep yaratmasını diledi. Bunu kalbi ona telkin etti. Bunu arzu etti ve sevdi. Bunun üzerine Allah ona Necm suresini indirdi ki, sure şöyle başlar.
(Batmak üzere bulunan yıldızın hakkı için, arkadaşınız yolunu şaşırmadı. Yanlış yola sapmadı. Nefsinin arzusu ile de söylemiyor. Kuran, kendisine gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. Bu vahyi ona pek kuvvetli ve heybetli olan Cebrail öğretti. O, yapması gereken vazifeyi hakkıyla yapar. O en yüksektedir, sonradan yaklaşarak ona daha yakın bir yere geldi. Allah’ın kuluna vahiy ettiklerini bildirdi. Peygamberin gözü ile gördüklerini kalbi yalanlamadı. Siz, gözü ile gördüğü bir konuda onunla çekişiyor musunuz? Muhammet onu daha önce de Sidretü’l Müntehâ’da görmüştü. Allah’tan sakınanların girecekleri cennet bu makamın yanındadır. Sidre’yi neler neler örtmüştü! Peygamberin gözü bir tarafa kaymadı ve sağa sola sapmadı. Muhammet orada Rabb’inin harikalarını gördü. Gördünüz mü Lât, Uzza ve üçüncüleri olarak Menat’ı? Erkek size, dişi Allah’a öyle mi? Bu paylaşım, ne kadar da haksız bir paylaşım! Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değil. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir bilgi indirmemiştir. Onlar sadece nefislerine hoş gelen bir zanna uyuyorlar. Necm 53/1-23. )
Peygamber, (gördünüz mü Lât, Uzza ve üçüncüleri olarak Menat’ı) ayetine geldiğinde, gönlü kavmine meyletti ve söylemesi gerekenleri söyleyemedi. Şeytan bu sevgiyle onun kalbine iki cümle telkin etti ve O şöyle dedi,
( Gördünüz mü Lât, Uzza ve üçüncüleri olarak Menat’ı? Yükseklerden uçan turna kuşları gibidirler ki, bunların da şefaatleri umulur.) Kureyşliler, Peygamberin bu sözlerini işittiklerinde çok sevindiler. Peygamberin kendi ilahlarını bu şekilde anması hoşlarına gitti.
Orada hazır bulunan Müslümanlar da Allah’ın Peygamberine vahiy ettiğini tasdik ettiler. Peygamberi ne yanılmakla, ne vehme kapılmakla ve ne de başka bir şekilde itham etmediler. Peygamber surenin sonundaki (artık yaratana secde ediniz) ayetini okuduğunda, Müslümanlar Peygambere inen emre itaat edip, O nasıl secde etti ise öyle secde ettiler. Kureyş’ten olan müşrikler de ilahlarını güzel andığı için Peygamberle birlikte secdeye kapandılar. Ancak El Velid bin el Mugire, yaşı çok ilerlemiş bir ihtiyar olduğundan eğilemedi ve yerden aldığı bir avuç çakıl taşını alnına götürüp onlara secde etti. Bundan sonra halk dağıldı.
Bu sözleri nakleden Muhammed bin Kâb ile Muhammed bin Kays şunu da rivayet ederler.
Geceleyin Cebrail geldi. Peygamber sureyi ona okudu. Cebrail ona, - Ya Muhammet! Allah’ın sana vahiy etmediğini okudun, dedi. Ve Allah şu ayetleri vahiy etti.
( Sana vahiy ettiğimizden uzaklaştırarak, söylediğimizden başkasını bize mal etmen için az kalsın seni şaşırtacaklardı. Öyle olsaydı seni dost edineceklerdi. Şayet seni sağlamlaştırmamış olsaydık, ant olsun onlara meylediverecektin. İşte o zaman sana hayatın ve ölümün katmerli acılarını tattırırdık da, bize karşı bir yardımcı da bulamazdın. İsra 17/73 )
Bunun üzerine Peygamber, aşağıdaki ayet vahiy edilinceye kadar çok kaygılandı ve korktu. Ayet şudur,
( Senden önce gönderdiğimiz hiçbir peygamber yoktur ki, O bir şey dilesin de, şeytan o dileğin içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah şeytanın telkin ettiğini bozar da, kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah Alîmdir, Hakîmdir. Şeytanın bu attığı, gönülleri katılaşanlar için bir fitnedir. Zalimler geri dönülmez bir ayrılık içindedir. Hac 22/53)
Bu ayetler indikten sonra Kureyş, Muhammet bizim ilahlarımızı iyilikle andığına pişman olmuş, başka şeyler söylüyor dediler ve Peygamberin söylediği bu iki cümle müşriklerin diline düştü.
O sırada Habeşistan’da bulunan Müslümanlar bu haberi duyunca, bütün Kureyş’in Müslüman olduğunu zannettiler ve bir kısmı geri döndü. Fakat Mekke’ye vardıklarında Kureyş’in vazgeçtiğini gördüler ve müşriklerin baskısı arttı.” 1
(Batmak üzere bulunan yıldızın hakkı için, arkadaşınız yolunu şaşırmadı. Yanlış yola sapmadı. Nefsinin arzusu ile de söylemiyor. Kuran, kendisine gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. Bu vahyi ona pek kuvvetli ve heybetli olan Cebrail öğretti. O, yapması gereken vazifeyi hakkıyla yapar. O en yüksektedir, sonradan yaklaşarak ona daha yakın bir yere geldi. Allah’ın kuluna vahiy ettiklerini bildirdi. Peygamberin gözü ile gördüklerini kalbi yalanlamadı. Siz, gözü ile gördüğü bir konuda onunla çekişiyor musunuz? Muhammet onu daha önce de Sidretü’l Müntehâ’da görmüştü. Allah’tan sakınanların girecekleri cennet bu makamın yanındadır. Sidre’yi neler neler örtmüştü! Peygamberin gözü bir tarafa kaymadı ve sağa sola sapmadı. Muhammet orada Rabb’inin harikalarını gördü. Gördünüz mü Lât, Uzza ve üçüncüleri olarak Menat’ı? Erkek size, dişi Allah’a öyle mi? Bu paylaşım, ne kadar da haksız bir paylaşım! Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değil. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir bilgi indirmemiştir. Onlar sadece nefislerine hoş gelen bir zanna uyuyorlar. Necm 53/1-23. )
Peygamber, (gördünüz mü Lât, Uzza ve üçüncüleri olarak Menat’ı) ayetine geldiğinde, gönlü kavmine meyletti ve söylemesi gerekenleri söyleyemedi. Şeytan bu sevgiyle onun kalbine iki cümle telkin etti ve O şöyle dedi,
( Gördünüz mü Lât, Uzza ve üçüncüleri olarak Menat’ı? Yükseklerden uçan turna kuşları gibidirler ki, bunların da şefaatleri umulur.) Kureyşliler, Peygamberin bu sözlerini işittiklerinde çok sevindiler. Peygamberin kendi ilahlarını bu şekilde anması hoşlarına gitti.
Orada hazır bulunan Müslümanlar da Allah’ın Peygamberine vahiy ettiğini tasdik ettiler. Peygamberi ne yanılmakla, ne vehme kapılmakla ve ne de başka bir şekilde itham etmediler. Peygamber surenin sonundaki (artık yaratana secde ediniz) ayetini okuduğunda, Müslümanlar Peygambere inen emre itaat edip, O nasıl secde etti ise öyle secde ettiler. Kureyş’ten olan müşrikler de ilahlarını güzel andığı için Peygamberle birlikte secdeye kapandılar. Ancak El Velid bin el Mugire, yaşı çok ilerlemiş bir ihtiyar olduğundan eğilemedi ve yerden aldığı bir avuç çakıl taşını alnına götürüp onlara secde etti. Bundan sonra halk dağıldı.
Bu sözleri nakleden Muhammed bin Kâb ile Muhammed bin Kays şunu da rivayet ederler.
Geceleyin Cebrail geldi. Peygamber sureyi ona okudu. Cebrail ona, - Ya Muhammet! Allah’ın sana vahiy etmediğini okudun, dedi. Ve Allah şu ayetleri vahiy etti.
( Sana vahiy ettiğimizden uzaklaştırarak, söylediğimizden başkasını bize mal etmen için az kalsın seni şaşırtacaklardı. Öyle olsaydı seni dost edineceklerdi. Şayet seni sağlamlaştırmamış olsaydık, ant olsun onlara meylediverecektin. İşte o zaman sana hayatın ve ölümün katmerli acılarını tattırırdık da, bize karşı bir yardımcı da bulamazdın. İsra 17/73 )
Bunun üzerine Peygamber, aşağıdaki ayet vahiy edilinceye kadar çok kaygılandı ve korktu. Ayet şudur,
( Senden önce gönderdiğimiz hiçbir peygamber yoktur ki, O bir şey dilesin de, şeytan o dileğin içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah şeytanın telkin ettiğini bozar da, kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah Alîmdir, Hakîmdir. Şeytanın bu attığı, gönülleri katılaşanlar için bir fitnedir. Zalimler geri dönülmez bir ayrılık içindedir. Hac 22/53)
Bu ayetler indikten sonra Kureyş, Muhammet bizim ilahlarımızı iyilikle andığına pişman olmuş, başka şeyler söylüyor dediler ve Peygamberin söylediği bu iki cümle müşriklerin diline düştü.
O sırada Habeşistan’da bulunan Müslümanlar bu haberi duyunca, bütün Kureyş’in Müslüman olduğunu zannettiler ve bir kısmı geri döndü. Fakat Mekke’ye vardıklarında Kureyş’in vazgeçtiğini gördüler ve müşriklerin baskısı arttı.” 1
Nasıl buldunuz bilmiyorum ama, fırtınalar koparan şeytan ayetlerinin hatırası işte budur.
Salman Rüşdi’nin ve Turan Dursun’un bu hatırayı okuduktan sonra sordukları ilk soru şu oldu. Yoksa tarihçi Taberi veya aradaki aktaranlar uyduruyorlar mıydı?
Hayır! Ne Taberi, ne de aradaki aktaranlar uydurmuyorlardı. Biraz kapalı geçmekle birlikte, İslam dünyasının iki büyük ismi Abdullah bin Mesut ve Abdullah bin Abbas da aynı hatıradan söz etmekteydiler. Hem de Kuran’dan sonraki en temel kaynağımız olan Buhari’de. İşte hadis;
“Peygamber Mekke’de iken Necm suresini okuyup, surenin sonunda secdeye vardı. Mümin olsun müşrik olsun, beraber olanlar da hep secdeye vardılar. Yalnız bir ihtiyar varmadı ki, bir avuç çakıl veya toprak alıp alnına götürdü ve, bana bu kadarı yeter, dedi. İşte bu kimseyi sonradan Bedirde kafir olarak öldürülmüş gördüm.” 2
O zaman tekrar sordular. Yoksa bu, her mükemmel planda görülen kaçınılmaz bir aksama, ayağa dolaşmak tabir edilen, kazara gözden kaçan bir gaflet midir? Turan Dursun ve Salman Rüşdi’nin bu sorulardan çıkardıkları sonuç şu oldu. Evet, Peygamber vahiy almıyor, uyduruyor. Uyduruyor ve işine gelmeyince de dönüveriyor!
*
Yazarların tek eleştiri konusu elbette bu hatıradan ibaret değildir. Ancak şu andaki konumuz Necm suresindeki bu hatıralar ve bu konudaki düşüncelerimi toplamadan önce, başkalarının bu konuda ne düşündüklerini öğrenmek isterim.
Nereye bakmalı? Tabiidir ki öncelikle okumakta olduğum Tecrid-i Sarih’e. Müellif Zebidi almamış olsa bile, eseri dilimize çeviren sayın Kamil Miras böylesine önemli bir konuyu atlamamış herhalde açıklamıştır.
Tecrid-i Sarih’in kılavuz kitabını açıyorum. Konu; Şeytanın aldatması, yok. Konu; Necm suresi tefsiri, yok. Konu; İsra suresi tefsiri, yok. Hacc suresi tefsiri, yok. Peygamberlerin yanılması, yok. Lat, yok. Menat, yok. Uzza, yok. Putlar, yok.
Hay Allah, yoruldum mu yoksa? Biraz da isimlere bakayım.
Ümeyye, yok. Utbe, yok. Taberi, yok. Neyse ki artık bilgisayar çağındayız ve 7500 hadis içeren zengin bir hadis programım var. Basıyorum tuşa! Turna, yok. Lat, Menat, Uzza yok. Şefaat, yok. Üçüncü, yok. Yavaş yavaş içim sıkılmaya başlıyor.
Neden, niçin..?
Ümeyye, yok. Utbe, yok. Taberi, yok. Neyse ki artık bilgisayar çağındayız ve 7500 hadis içeren zengin bir hadis programım var. Basıyorum tuşa! Turna, yok. Lat, Menat, Uzza yok. Şefaat, yok. Üçüncü, yok. Yavaş yavaş içim sıkılmaya başlıyor.
Neden, niçin..?
Biliyorum, Dede bu kadar şüpheci olmamdan pek hoşlanmıyor ama bilinmezleri çözmenin başka bir yolu da yok gibi. Çare yok soracağım, neden, niçin?
Ve nihayet nedenini Peygamberlerin yanılması hakkında verilen bir açıklamada buluyorum. Son Peygamberin içine düştüğü bu yanılgıdan hiç söz etmeyen açıklama, bakın nelerden söz ediyor,
“ Peygamberlerin gizli veya açık küfürden uzak olduklarında şüphe yoktur. Bir peygamberin yalancılığına ihtimal vermek, mucizevi ve insan üstü bir kavram olan peygamberlikten şüphe etmek demektir. Bu nedenle ilim ehli arasında, peygamberlerin kasten ve bilerek yalan söylemeyecekleri konusunda görüş birliği vardır. Ancak, peygamberlerin kazara da olsa hiç hata yapmayacakları konusunda görüş birliği yoktur. Alimlerin çoğu, peygamberlerin bilerek veya bilmeyerek hiç yalan söylemeyeceklerini kabul ederken, bazıları farkında olmadan hata yapabileceklerini, bunun peygamberlik kavramına herhangi bir gölge düşürmeyeceğini savunmuşlardır. Bu görüşü savunanlar, bir peygamberin henüz peygamber olmadığı ve mucizeler göstermediği önceki gençlik yıllarında da hata yapmış olabileceğini, bunun çok tabii olduğunu kabul ederler.
Celaleddin Devvanî, biraz uzamış olan bu açıklamalarımızı özetleyerek,
Celaleddin Devvanî, biraz uzamış olan bu açıklamalarımızı özetleyerek,
- Alimlere ve hadis uzmanlarına göre, peygamberler elçilik görevine başladıktan sonra bilerek veya bilmeyerek büyük günahların hepsinden uzaktırlar. Bilerek küçük günahları da işlemezler. Bu nedenle, peygamberlerin yalan söylediğine veya dünyalık sebeplerle kötülük yaptıklarına dair bir haber anlatılacak olursa, eğer bir kişi tarafından söyleniyorsa yalan, birkaç kişi tarafından söyleniyorsa iyi anlaşılamamış olduğuna hükmedilir, diyor.
Malumdur ki Sâdi de bir beytinde, hayra sebep olan bir yalanın, karışıklığa ve kötülüğe sebep olan bir doğrudan daha iyi olduğunu söylemektedir.” 3
Malumdur ki Sâdi de bir beytinde, hayra sebep olan bir yalanın, karışıklığa ve kötülüğe sebep olan bir doğrudan daha iyi olduğunu söylemektedir.” 3
Size de Müslümanlar sanki bir şey saklıyorlarmış gibi geldi mi? Yukarıdaki cümleler açıklamadan çok, saklanan şeytan ayetlerinin gizli bir savunması gibi görünüyor. Eğer öyleyse, bu çabayı yeterince samimi ve inandırıcı bulmadığımı söyleyebilirim. Çünkü Peygamber bizzat kendisi bile bazen hata yapabileceğini kabul etmekte ve şöyle dua etmektedir,
“Allah’ım! Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim bilmediğim ve senin daha iyi bildiğin hatalarımı da affet.” 4
Hem üstelik, vahiy kavramı hakkında şüpheye düşüp saklamamıza neden olan böyle bir hatırayı Peygamberin dostları niçin saklamıyorlar? Bizim bile fark edip şüphe ettiğimiz bir olaydan, nasıl oluyor da o günkü Müslümanlar hiç şüphelenmiyorlar?
Bizim kadar akıllı mı değillerdi, yoksa görmezden mi geldiler? Yoksa bugün bizde mi görmezden geliyoruz? Peki ama gerçek nerede?
Bizim kadar akıllı mı değillerdi, yoksa görmezden mi geldiler? Yoksa bugün bizde mi görmezden geliyoruz? Peki ama gerçek nerede?
Sakın Celaleddin Devvanî’nin açıklamasında saklanıyor olmasın?
“ Peygamberler hakkında kötü bir haber duyarsanız, bilin ki bir kişi söylüyorsa yalan, birkaç kişi söylüyorsa yanlış anlaşılmadır.”
“ Peygamberler hakkında kötü bir haber duyarsanız, bilin ki bir kişi söylüyorsa yalan, birkaç kişi söylüyorsa yanlış anlaşılmadır.”
Henüz emin değilim ama, Kuran’ın;
“ Şayet seni sağlamlaştırmamış olsaydık, ant olsun onlara meylediverecektin.” ve,
“ Şeytanın bu attığı, gönülleri katılaşanlar için bir fitnedir. Zalimler geri dönülmez bir ayrılık içindedir.” ayeti ile ne anlatmak istediğini galiba hissediyorum.
“ Şayet seni sağlamlaştırmamış olsaydık, ant olsun onlara meylediverecektin.” ve,
“ Şeytanın bu attığı, gönülleri katılaşanlar için bir fitnedir. Zalimler geri dönülmez bir ayrılık içindedir.” ayeti ile ne anlatmak istediğini galiba hissediyorum.
*
Sözün burasında, “Kuran’ı, hadisleri, kısacası dini bilimle bağdaştırma çabaları da boşuna bir çabadır.” diyen sayın Turan Dursun’u rahmetle anmak isterim. Birkaç eksik alıntı ve birkaç lüzumsuz söz dışında, sadece gerçeği dile getiren “Din bu” isimli eserinden çok yararlandığımı itiraf etmeliyim.
Kendisini hiç tanımadım ama kitabından öğrendim ki konularında uzman eski bir müftü, insanları seven ve gerçeğe tutkun bir düşünür. Bakmış ki kendisine öğretilenlerin bir anlamı yok ve başkalarına da aynı anlamsız şeyleri öğretmesi isteniyor, itiraz etmiş. Doğru bildiği şeyleri yapmak istemiş. Örneğin, cami bahçelerini park haline getirmek, müftülük lojmanı yerine hastane yapımına ön ayak olmak, imamlar için yetiştirme kursları açmak, Atatürk’ü sevmek, vs. Sonuç; İçkicidir, kumar oynar, sosyalisttir, komünisttir! Ve yıllar yılı tayinler, sürgünler. Ya sonra? Sonrasını kendisi anlatıyor,
“ Benim sol dünya görüşü ile tanışmam Sinop’un Türkeli ilçesinde oldu. Bir öğretmen, Ali Şarapçı adında. Ben maaşım yetmediği için kentin çok uzağında bir kulübeciği kiralamıştım. Orada yaşıyordum. Çok berbat bir durumdaydım. O Ali Şarapçı, öğretmen, karnı burnunda hamile karısıyla gelip yardım etmişti. Onarılacak yerleri onarmış, badana yapılacak yerlere badana yapmıştı. Onun için de komünist diyorlardı. Ben de diyordum ki ; ne kadar iyi bir adam, keşke komünist olmasaydı! Sonra bir gün dedim ki ; Yahu bana da hep komünist diyorlar, şu komünist kitaplar nedir ver bir göreyim. Okudum. Kafalarda oluşturulan şeylerin tersine, bir takım şeyler buldum. Bilinmesi gereken şeyler buldum. Sonra bir inanç sarsılması oldu bende. Benim bu inanç sarsıntısı ile müftülükte kalmam olmaz. Yani mümkün değil. Şimdi halka, insanlara ne söyleyebilirim! Geliyorlar önüme, saygı gösteriyorlar. Bu beni çok incitiyordu.” 5
O insanları çok sevdiği halde, dinin “şeriat” dediği anlayışı tanıyıp sevemedi ve 1990 yılında kurşunlanarak öldürüldü. Arkasında bir şiir bırakmış, diyor ki;
“ Ölürsem,
O zaman anlarsın.
Ölünce biri,
Pazar, kışın,
İki yüz olur hemen yüzler Hemen!
Dersin, neymiş meğer!
Ben de ölürsem eğer
Ey aydın cemaat!
Lütfen öldürme beni,
Lütfen! ”
O zaman anlarsın.
Ölünce biri,
Pazar, kışın,
İki yüz olur hemen yüzler Hemen!
Dersin, neymiş meğer!
Ben de ölürsem eğer
Ey aydın cemaat!
Lütfen öldürme beni,
Lütfen! ”
Bu şiirin bilim ve gerçek adına yapılmış bir vasiyet olduğunu anlamışsınızdır. Gerçi vasiyet aydınlaradır ve benim öyle bir iddiam yoktur ama, toplumsal olarak hepimizin birbirimiz üzerinde hakkımız olduğuna inandığımdan, kendisiyle helalleşmek isterdim.
Turan Dursun’u severim. Sevmeyenlere de Son Peygamberin birkaç tavsiyesini hatırlatmak isterim,
Turan Dursun’u severim. Sevmeyenlere de Son Peygamberin birkaç tavsiyesini hatırlatmak isterim,
“ Ölenlerin arkasından kötü konuşmayın. Çünkü onlar, iyi veya kötü sağken yaptıklarına kavuştular.” 6
“ Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Müslüman Müslüman’a zulmetmez. Müslüman Müslüman’ı başına gelen bir musibette terk etmez. Hangi Müslüman kardeşine yardım ederse, Allah ta ona yardım eder. Kim kardeşinin dünyadaki bir ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.” 7
Turan Dursun Müslüman’dı. Üstelik de müftü idi. Ona zulmedip de dinden çıkmasına sebep olanlar! Şeytanın başına sardığı şu musibette terk edenler! Onun şu dünyada düştüğü ayıbını örtemeyenler! Ölümüne olsun saygı duyamaz mısınız? Bilmiyor musunuz ki;
“ Allah katında insanların en kötüsü, düşmanlıkta ileri gidendir.” 8
Üzerinde kul hakkı olanın cennete giremeyeceğini bilirsiniz de, onun düştüğü şu günahtan size de bir pay düştüğü hiç aklınıza gelmez mi? Halbuki yine bilirsiniz ki Peygamber şöyle tavsiye etmektedir,
“ Kimin üzerinde kardeşine ait bir hak var ise, para pul geçmeyecek o kıyamet gününden önce helalleşsin. Çünkü o gün her hak yerini bulur. Ya zalimin iyi işlerinden alınıp mazluma verilir, ya da mazlumun kötü işlerinden alınıp zalime!” 9
Turan Dursun artık Allah’ın rahmetindedir ve maksadım Allah rızası için helalleşmektir. Doğru ise hak vereceğim, yanlışsa doğru bildiğimi söyleyeceğim. Şeytan ayetlerine daha sonra tekrar döneceğim. Şimdi yolculuk rahmetli Turan Dursun’un boğulduğu büyük denize, büyük suretler denizine!
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Taberi Tarihi Z.Kadir Ugan-AhmetTemir Milli Eğitim Bakanlığı / 1992 4 151
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 3 351
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 295
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 349
5 Din Bu 1 Turan Dursun Kaynak / 1990 1 286
6 Nevevi Riyazü’s Salihin Hasan Hüsnü Erdem Diyanet İşleri / 1979 3 147
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 361
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 387
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 376
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Taberi Tarihi Z.Kadir Ugan-AhmetTemir Milli Eğitim Bakanlığı / 1992 4 151
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 3 351
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 295
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 349
5 Din Bu 1 Turan Dursun Kaynak / 1990 1 286
6 Nevevi Riyazü’s Salihin Hasan Hüsnü Erdem Diyanet İşleri / 1979 3 147
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 361
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 387
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 376
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder