Uzun yıllar sonra fark ettim, meğer söylediğimiz yalanlar hep yeşil değilmiş, bazen kırmızı da olabiliyormuş. Hem de oldukça kırmızı, kan kırmızısı!
Söz ettiğim İslam’da şiddet kavramıdır ve Tecrid-i Sarih’i okuyorum. Abdullah bin Mesut Peygamberin Mekke’de eziyet çektiği günleri anlatıyor;
“ Peygamber bir gün Kabe’nin yanında namaz kılıyordu. Ebu cehil, Ümeyye, Ukbe ve bazı arkadaşları da yakında oturuyorlardı. Derken biri diğerlerine şöyle dedi,
- Hanginiz yan komşuda kesilen devenin bağırsaklarını Muhammet’in üstüne atar?
Oradakilerin en haini Ukbe bin Muayt koşup getirdi. Sonra biraz bekleyip, Peygamber secdeye varınca yaklaşıp omuzlarına bıraktı. Elimden gelen bir şey yoktu ve sadece seyrediyordum. Derken gülmeye ve birbirlerine suç atarak eğlenmeye başladılar. Peygamber başını secdeden kaldırmıyordu. Nihayet kızı Fatma koşup geldi ve o pisliği babasının omuzlarından alıp attı. Peygamber başını secdeden kaldırdıktan sonra şöyle dedi,
- İlahi! Onları sana havale ederim.
Peygamberin lanet ettiği bu kimselerin çoğunu sonradan Bedirde öldürülmüş olarak gördüm.” 1
- Hanginiz yan komşuda kesilen devenin bağırsaklarını Muhammet’in üstüne atar?
Oradakilerin en haini Ukbe bin Muayt koşup getirdi. Sonra biraz bekleyip, Peygamber secdeye varınca yaklaşıp omuzlarına bıraktı. Elimden gelen bir şey yoktu ve sadece seyrediyordum. Derken gülmeye ve birbirlerine suç atarak eğlenmeye başladılar. Peygamber başını secdeden kaldırmıyordu. Nihayet kızı Fatma koşup geldi ve o pisliği babasının omuzlarından alıp attı. Peygamber başını secdeden kaldırdıktan sonra şöyle dedi,
- İlahi! Onları sana havale ederim.
Peygamberin lanet ettiği bu kimselerin çoğunu sonradan Bedirde öldürülmüş olarak gördüm.” 1
Sonra hadisin altında verilen açıklamada Bedir savaşında neler olduğu anlatılıyor,
“ Bedir savaşında Utbe bin Rabia ile kardeşi Şeybe’yi Haz. Hamza, Ümeyye bin Halef ile oğlunu Bilal ve arkadaşları, Utbe’nin oğlu Velid’i ise Haz. Ali öldürdü.
Ebu Cehil’i ilk vuranlar, Medineli Afra kadının Avf ve Muavviz adındaki iki oğludur. Abdullah bin Mesut kendisini gördüğünde can çekişiyordu. Hemen göğsüne çıkıp başını kesti ve işte Allah düşmanının başı diyerek peygambere getirdi. Peygamber hemen şükür secdesine kapanıp,
- Ey Allah düşmanı! Seni rezil rüsva eden Allah’a hamt olsun, dedi.
Ukbe bin Muayt melunu ise diri diri ele geçirilenler arasında idi. Peygamberin emriyle önce elleri bağlanmış ve sonra boynu vurulmuştur. Boynunu vuran bir rivayete göre Asım bin Sabit, bir rivayete göre Ali’dir. Kuvvetli bir kanaate göre de, pis ruhu bizzat Peygamberin eliyle cehenneme gönderilmiştir.
Öldürüleceği sırada Peygamber efendimize şöyle dedi,
- Bütün esirler içinde öldürecek yalnız beni mi buldun?
Efendimiz, evet buyurdular ve sonra şöyle devam ettiler,
- Bu herif bir defasında benim sırtıma bağırsak atmış idi!
Ebu Cehil’i ilk vuranlar, Medineli Afra kadının Avf ve Muavviz adındaki iki oğludur. Abdullah bin Mesut kendisini gördüğünde can çekişiyordu. Hemen göğsüne çıkıp başını kesti ve işte Allah düşmanının başı diyerek peygambere getirdi. Peygamber hemen şükür secdesine kapanıp,
- Ey Allah düşmanı! Seni rezil rüsva eden Allah’a hamt olsun, dedi.
Ukbe bin Muayt melunu ise diri diri ele geçirilenler arasında idi. Peygamberin emriyle önce elleri bağlanmış ve sonra boynu vurulmuştur. Boynunu vuran bir rivayete göre Asım bin Sabit, bir rivayete göre Ali’dir. Kuvvetli bir kanaate göre de, pis ruhu bizzat Peygamberin eliyle cehenneme gönderilmiştir.
Öldürüleceği sırada Peygamber efendimize şöyle dedi,
- Bütün esirler içinde öldürecek yalnız beni mi buldun?
Efendimiz, evet buyurdular ve sonra şöyle devam ettiler,
- Bu herif bir defasında benim sırtıma bağırsak atmış idi!
Ukbe öldürüleceği sırada yalvarır gibi Peygambere şöyle dedi,
- Ya Muhammet! Ya geride kalan küçük çocuklarıma kim bakacak?
Resulallah da şöyle cevap verdi,
- Ateş!
Bu nedenle daha sonraları Ukbe’nin çocukları ateş çocukları olarak bilinir oldu.”
- Ya Muhammet! Ya geride kalan küçük çocuklarıma kim bakacak?
Resulallah da şöyle cevap verdi,
- Ateş!
Bu nedenle daha sonraları Ukbe’nin çocukları ateş çocukları olarak bilinir oldu.”
Biliyorum bitsin diye can atıyorsunuz ama bitmiyor, olayın devamı da var.
Medine’ye döndükten sonra esirlere ne yapılacağı tartışılmaya başlanır. Eski şeriatlar öldürmeyi emretmektedir ve Haz. Ömer de öldürmekten yanadır. Sad bin Muaz da Ömer gibi düşünüyor. Ne var ki Ebu Bekir yumuşak bir insan, gönlü elvermez.
- Ey Peygamber bunlar bizim kardeşlerimiz, akrabalarımızdır. Öldürmeyelim, fidye karşılığı canlarını bağışlayalım.
Peygamber ve diğerleri de Ebu Bekir gibi düşünmektedir. Oy çokluğuyla öldürmemeyi, fidye alıp serbest bırakmayı kararlaştırırlar. Ertesi günü bir vahiy, bir ayet.
- Ey Peygamber bunlar bizim kardeşlerimiz, akrabalarımızdır. Öldürmeyelim, fidye karşılığı canlarını bağışlayalım.
Peygamber ve diğerleri de Ebu Bekir gibi düşünmektedir. Oy çokluğuyla öldürmemeyi, fidye alıp serbest bırakmayı kararlaştırırlar. Ertesi günü bir vahiy, bir ayet.
“Yeryüzünde savaşırken, kesin bir galibiyet sağlamadıkça hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Allah’tan daha önce bir hüküm gelmiş olmasaydı, şu aldığınız fidyeden ötürü size büyük bir azap erişecekti. Enfal 8/67”
Arkasından bir de hadis,
“Daha sonra Peygamber; Aldığımız şu fidye sebebiyle gökten azap inseydi, Ömer’le Sad’dan başkası kurtulamayacaktı buyurdu.”
“Daha sonra Peygamber; Aldığımız şu fidye sebebiyle gökten azap inseydi, Ömer’le Sad’dan başkası kurtulamayacaktı buyurdu.”
Okumayı bitirdikten sonra dondum kaldım. Vay canına, Allah bile Ömer’den yana ha! Demek ki bu işlerde acımak yok, affetmek yok. Vurun, bulduğunuz yerde öldürün! İyi de nasıl olur, hani Allah bir anneden daha şefkatliydi?
Sevgili Müslümanlar! İşte bin dört yüz yıldır anladığınız Kuran ve bize anlattığınız sevgili efendimiz, Peygamberimiz. Nasıl, beğendiniz mi?
Sınırları kaldırmaya, insanlığı bir araya getirmeye çalışan bir düşüncenin karşısında çocuklarımıza hâlâ bunları mı anlatacağız? Akıl dinidir, sevgi dinidir, hoşgörü dinidir dediğimiz bu İslam’ı mı götüreceğiz insanlığa?
Biliyorum, Taberi Tarihi de dahil olmak üzere bütün kitaplar böyle yazıyor ve bütün yazılanlar doğru ama, artık biliyorum ki ne din buydu, ne de Peygamber böyleydi. Birileri bize Kuran’ı ve Peygamberi değil, hep kendi anlayışlarını anlatıyorlar.
Kuran, yirmi üç yıl boyunca peyderpey inmiş surelerden oluşan bir kitaptır. Şimdi elimizde tutup okuduğumuz Kuran’ı Peygamberin bizzat kendisinin sıraladığını ve bu sıralamayı iniş sırasına göre değil de, henüz bilmediğim özel bir nedenle kendi tercihine göre yaptığını söylerler.
Söz ettiğimiz Enfal suresi bu özel sıralamada 8. sırada olmasına rağmen, iniş sırasına göre 93. suredir. Bu şu demektir ki, daha önce gelen 92 sure var. Enfal’den önce inen bu 92 sureden 39’ uncusu Araf, 70’ incisi Nahl sureleridir ve bakın ne diyorlar,
“ Affetmeyi esas al. İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir. Araf 7/199”
“ Rabbinin yoluna güzellikle ve bilgiyle davet et. En güzel yol neyse, onlarla öyle mücadele et. Eğer bir ceza verecekseniz, ancak size yapılan kötülük kadar cevap verin. Nahl 16/126”
Şimdi söyleyin, Peygamberin Ukbe’ye verdiği ceza, Ukbe’nin işlediği suçtan ağır değil mi? Yoksa Peygamber Ukbe’nin boynunu vururken bu ayetleri unutmuş muydu?
Cevap yok mu? Evet yok, olmamalı da! Şu halde gelin şu Kuran’ı, şu hadisleri, şu Taberi Tarihini bir de birlikte okuyalım.
*
“ Tarih 624. Ramazan ayının üçüncü günü. Son Peygamber ve beraberindeki 310 Müslüman, Ebu Süfyan idaresinde Şam’dan dönmekte olan Mekke kervanının yolunun kesmek üzere Medine’den yola çıkarlar. Mekke’de terk ettikleri ve akrabaları tarafından el konan mallarının karşılığını almak istemektedirler. On gün kadar sonra Bedir kuyularına yaklaştıkları bir sırada, gözcülük görevi yapan Haz. Ali, Sad bin ebi Vakkas ve Zübeyr bin el Avvam kuyulardan su almaya gelen iki köle görürler. Birini kaçırırlarsa da El As oğullarının Ariz adındaki kölesini yakalayıp karargaha getirirler ve sorgu başlar.
- Söyle kervan ne kadar uzakta? Ebu Süfyan’ın bizim varlığımızdan haberi var mı?
Oysa ki Ebu Süfyan’ın karşı istihbarat teşkilatı pusuyu daha onlar yola çıkarken haber almış ve günler öncesinden Mekke’ye haber uçurmuştur bile. Yakalanan köle kervanın değil, kervanı korumak üzere aksi yönden yaklaşan Mekke kuvvetlerinin sucusudur ve kervandan haberi yoktur. Mekke’den ve silahlı süvarilerden söz etmeye başlayınca sorgulayanlar inanmaz, dövmeye başlarlar. Onların aklı fikri kervandadır ve kervanla ilgili cevaplar istiyorlar. Köle çaresiz kabul eder;
- Evet kervanın sucusuyum ve kervan biraz geriden geliyor!
Bu sırada Peygamber az ötede namaz kılmakta ve ister istemez sorguyu işitmektedir. Birden çıplak gerçeği anlar, yaklaşan kervan değil Mekke kuvvetleridir. Namazdan çıkıp gelir,
- Çok garip! Köle doğru söyleyince dövüyor, yalan söyleyince bırakıyorsunuz.
Sonra sorguya bizzat kendi başlar ve ilk öğrenmek istediği Mekke kuvvetlerinin kaç kişi olduklarıdır. Ancak köle cahil, sayılardan habersizdir. Tek söyleyebildiği çok, epey çok olduklarıdır. Peygamber soruyu değiştirir,
- Yemek üzere günde kaç deve kesiyorlar?
- Dokuz, on.
Yüz adama bir deve! Peygamber arkadaşlarına döner,
- Mekke kuvvetleri dokuz yüz ile bin kişi arasında.
Mekke ordusu gerçekten 950 kişidir ve karşı tepelerin ardından yaklaşmaktadır. Peygamber için sıkıntılı saatler başlar.
Artık bu noktadan geri dönemez. Korktu derler, zaten kervanları yağmalamak için savaşıyordu derler. Diğer taraftan kervandaki üç beş parça ganimetin hayaliyle yola çıkan bu kadar az bir adamla nasıl savaşabilir? Allah’ım ne yapmalı? Bedirdeki iki atlıdan biri olan Mikdat tam o sırada ayağa kalkar. Cebrail suretindedir,
Artık bu noktadan geri dönemez. Korktu derler, zaten kervanları yağmalamak için savaşıyordu derler. Diğer taraftan kervandaki üç beş parça ganimetin hayaliyle yola çıkan bu kadar az bir adamla nasıl savaşabilir? Allah’ım ne yapmalı? Bedirdeki iki atlıdan biri olan Mikdat tam o sırada ayağa kalkar. Cebrail suretindedir,
- Korkma ve gerekeni yap. Biz, İsrail oğullarının Musa’ya dedikleri gibi, sen ve Rabbin gidin savaşın demeyiz. Ölüm pahasına bile olsa seni asla terk etmeyeceğiz!
Peygamber sakinleşir. Tazelenen bir güçle biraz uzaktaki bir ağacın altına çekilir,
- Allah’ım bize güç ver, ayaklarımızı sağlam tut. Yenilecek ve yok olacak olursak artık seni bilen kalmayacak.
Epeyce bir süre sonra Ebu Bekir yanına gelir. Sırtından kayıp düşmüş olan maşlahını alıp tekrar omuzlarına koyar.
- Artık yeter! Rabbin seni duydu ve biz kazanacağız! 2
Bu gelen yine Cebrail mi? Gerçekten kazanabilirler mi?
“Ey Peygamber, sana ve müminlere Allah yeter. Müminleri yüreklendir. İnanan ve sabreden yirmi kişi iki yüz kişiden, yüz kişi bin kişiden üstündür. Çünkü onlar inanmayan bir topluluktur. Enfal 8/64”
Evet kazanabilirler. Dahası kazanacaklar, çünkü inanıyorlar.
Eski savaşlar bugünkülere benzemezmiş. Önce uzaktan uzağa karşılıklı konuşmalar yapılır, sonra birbirine meydan okuyan üç beş kişi çarpışır, gerçek savaş ondan sonra başlarmış. Nitekim güneş doğup insanlar kaynaşmaya başlayınca Peygamber arkadaşlarına savaş düzeni aldırır, sonra da bulunduğu tepecikten Mekke kuvvetlerine bakmaya başlar.
Yazık! Az sonra hiç olmaması gereken anlamsız bir kavga başlayacak ve kim bilir kaç kişi ölecek. Çok yazık! Yoksa söyledikleri gibi bunun suçlusu kendisi mi?
Hayır hayır, Hak denen bu gerçeği insanlığa anlatması gerekiyor ve bunu engellemeye kimsenin hakkı yok. Bu sıradan bir çatışma değil ve uğrunda ölmeye değer. Ama yine de, keşke hiç akla gelmeyen bir şey olsa da şu çatışma yaşanmasa.
Birden düşman saflarında bir dalgalanma! Kızıl deveye binmiş bir süvari, bir o yana gidiyor bir bu yana. Bu Utbe bin Rabia değil mi? Akıllı ve saygın bir kişilik. Birden ümitlenip Ebu Bekir’e dönüyor,
- Aralarında hayırlı iş yapacak bir adam varsa, o da şu kızıl devenin üzerindeki adamdır. Hamza yaklaşıp dinlesin bakalım, neler söylüyormuş?
Utbe bin Rabia o sırada gerçekten savaşı engellemeye çalışmakta ve çevresindekilere şöyle demektedir,
- Galip gelecek olsak bile, sonuçta akrabalarını öldürmüş insanlar olarak geri döneceğiz. Gelin vazgeçelim, başka bir hal çaresi bulalım.
Manzara Utbe’nin dediği gibi gerçekten acıklıdır. Kendi oğlu Huzeyfe bin Utbe karşı safta, buna karşılık Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kendi saflarında. Peygamber kendisi karşı safta, amcası Abbas kendi saflarında. Ali karşı safta, kardeşi Akil kendi saflarında. Böyle savaş olur mu?
Ne var ki başka bir saygın kişilik Amr bin Hişam yani Ebu Cehil, o anda aklın değil öfkenin sesiyle konuşmaktadır ve Utbe’yi korkaklıkla itham eder. Bin kişinin karşısında korkaklıkla itham edilen Utbe daha fazla dayanamaz, oğlu ve kardeşini yanına alıp öne çıkar. Utbe’yi Ubeyde, oğlunu Ali, kardeşini ise Hamza karşılar. Artık çarpışma kaçınılmazdır ve başlamak üzeredir.
Bu sırada Peygamber, safların arkasındaki bir kum tepeciğinin üzerinde hurma dallarından yapılmış derme çatma bir gölgelikten savaşı yönetmekte ve Sad bin Muaz komutasında beş kişilik özel bir tim tarafından korunmaktadır. Herkes gibi onun da sinirleri gerilmiş, bakışları avına saldırmaya hazırlanan bir kartalın bakışını andırmaktadır. Kazanacaklarından emin, Mekke saflarına bakıyor. Sonra birden yere eğilip bir avuç kum avuçluyor ve ağır adımlarla safların önüne doğru yürüyor. Avuçlarında taşıdığı kum değil inançtır ve Mekke saflarına doğru savuruyor,
- İlahi! Düşmanın yüzünü kara et.
Ve dönerken etkili bir manevra daha yapıyor,
- Ölen her adamın mal ve parası öldürenin olacaktır!
Sonra birden aklına geliyor, sakın şimdi bunlar ganimet uğruna önüne geleni kesip biçmesinler? Dönerken uyarıyor,
- Karşı saflardaki Bahteri ve Abbas gibi bazı kimselerin bu savaşa istemeyerek geldiklerini duydum. Onlara rast gelirseniz öldürmeyin.
Utbe’nin oğlu genç Huzeyfe bunu duyunca itiraz eder,
- Ne yani, biz baba oğul birbirimizi öldüreceğiz de Peygamberin amcasını mı sağ bırakacağız? Yemin ederim karşıma çıkarsa vururum.
İtirazı duyan Peygamber bir an sarsılır. Genç çocuk savaştan ve istihbarattan habersiz, bunu basit bir akrabalık kayırması zannediyor olmalı. Ömer’e dönüyor,
- Genç Huzeyfe neler diyormuş duydun mu?
Ömer sinirli, dokunsan patlayacak.
- Duydum ya Resulallah! Bırak beni şu münafığın kafasını uçurayım.
Peygamber suskun düşünüyor. Allah’ım, galiba bu Ömer hiç değişmeyecek. Aklı fikri vurmakta öldürmekte.
Savaş başlar. Ali ve Hamza rakiplerini kısa sürede öldürdükten sonra, Utbe karşısında zorlanan Ubeyde’ye yardıma koşup Utbe’yi de öldürürler. Bacağı parçalanan Ubeyde geriye taşınır. İlk raund Mekke için moral bozucu ve saflar birbirine girmek üzeredir.
Peygamber özel muhafızlarıyla birlikte seyretmektedir. Bir süre sonra Mekke’nin kayıpları artmaya başlar. Derken öndekiler çarpışmadan teslim olmaya, arkadakiler kaçışmaya başlarlar. Müslümanlar teslim olanları silahlarından ayırmakta ve sonra bağlayıp cephe gerisine göndermektedirler.
Ne olduysa, tam o anda Peygamber muhafız birliği komutanı Sad bin Muaz’a döner,
Ne olduysa, tam o anda Peygamber muhafız birliği komutanı Sad bin Muaz’a döner,
- Ne o? Arkadaşlarının savaş tarzı seni tatmin etmemiş görünüyor!
Şimdi Sad bin Muaz’ı ve cevabını dikkatle izleyin, çünkü daha sonra tekrar hatırlamamız gerekecek.
- Evet! Ben olsaydım onları esir almazdım. Onları parçalamak, birer birer öldürmek istiyorum.
Peygamber cevap vermeden bakışlarını yine savaşa çeviriyor, bu da Ömer soyundan olmalı.
O gün Müslümanlar 14 kayıp verirler. Buna karşılık Mekke, Utbe ve Ebu Cehil’in de aralarında olduğu 70 kayıp vermiş, bir o kadarı da esir edilmiştir. Peygamber ölenlerin toplu halde kuyulara gömülmelerini emreder.
Kuyu dedikleri iki üç metre derinlikte küçük bostan havuzlarıdır. Önce Utbe sürükleniyor havuza. Oğlu Huzeyfe acılar içinde! Bu nasıl bir galibiyet? Peygamber tam o anda Huzeyfe’nin yanında ve duyguların farkındadır,
- Çok üzgün olduğunu biliyorum. Böyle olsun istemezdim.
- Evet ya Resulallah! Çok üzgünüm. Babam mert, yardımsever ve yumuşak gönüllü bir insandı.
Peygamberin adetiymiş, kazandıktan sonra savaş alanını hemen terk etmez, üç gün kalırmış. 3 Akşama doğru Ömer komutasında bir birlik esirleri sımsıkı bağlamaya başlıyor. Sıra Mekke’nin meşhur şairi Süheyl bin Amr’a geldiğinde Ömer’in öfkesi yeniden kabarıyor. Bu Süheyl Peygamber aleyhinde şiirler yazan adam değil mi?
- Ya Resulallah, izin ver dişlerini sökeyim de bir daha senin aleyhinde konuşamasın!
Peygamber şaşkın cevap veriyor,
- Ya Ömer! Senin dediğini yapacak olursam, peygamber bile olsam gün gelir Hak da bana öyle muamele eder. Seni onun hakkında iyi şeyler düşünürken görmeyi arzu ederim.
Esirler yaralı, yorgun, acılı. Karanlık basınca inlemeye başlıyorlar. Peygamber uykusuz. Biraz uyuması, dinlenmesi gerektiğini hatırlatanlara şöyle diyor,
- Amcam Abbas bağlarından dolayı inlerken nasıl uyuyabilirim?
Gidip Abbas’ın iplerini gevşetiyorlar. Şimdi oldu mu? Hayır,
- Ya diğerleri, onları gevşetmeyi düşünmüyor musunuz?
Gidip hepsini gevşetiyorlar.
Sabah namazından sonra gün ışımaya, insanlar hareketlenmeye başlıyor. Derken ordugahta yavaş yavaş yükselen tartışma sesleri! Ne o, neler oluyor?
Az sonra anlaşılıyor, ganimet mallarının paylaşımında anlaşmazlıklar var. Toplayanlar, biz topladık bizimdir demekte, buna karşılık ön safta çarpışanlar onları biz yaralayıp öldürmeseydik siz ne toplardınız diye itiraz etmektedir. Peygambere gelirler. Evet, bu hemen karar verilebilecek kolay bir problem değil.
“ Senden ganimet hakkında soruyorlar. De ki, bu Hakka ve peygamberine ait bir hükümdür. Onu dilediklerine verirler. Enfal 8/1”
Anlaşıldı, ganimetleri Peygamber kendisi dağıtacak. Nitekim tüm ganimet malı daha sonra dağıtılmak üzere toplanıp, Neccar oğullarından Abdullah bin Kab’ın gözetimine verilir. Abdullah bin Mesut gördüğü bu manzara karşısında şaşırmış, sonradan şöyle diyecektir.
- O güne kadar, Müslümanların dünya malını sevebilecekleri hiç aklıma gelmemişti!
Üç gün sonra ordu geri dönmek üzere toplanmaya başlar. Yola çıkılmak üzeredir. Peygamber en sonra biner devesine ve önce Bedir kuyularına doğru sürer. Eski dostlara Allahaısmarladık demeden gidilir mi? Savaşmış da olsalar onlar akrabalarıdır ve artık ölüler. Eski su havuzları şimdi taş ve kum yığınları ile örtülü bir kümbet gibi. Peygamber üzüntülü, yüksek sesle düşünüyor.
- Ey havuzda yatanlar, gördünüz mü? Hakkın vaat ettiği gerçek işte buydu.
Ömer hemen arkasında, Peygamberin duygularından ve düşüncelerinden habersiz.
- Artık hiçbir şey işitmeyen şu ölülere mi hitap ediyorsun?
Peygamber başını çevirip boş gözlerle Ömer’e bakıyor. İşitmek yetmez, anlamak gerekir. Okuyup durduğu halde, (Sen ölülere işittiremezsin. Neml 27/80) ayetinden haberi yok anlaşılan. Onlar işitip anlamıyorlar da Ömer daha mı çok anlıyor? Durgun bir sesle yanıt veriyor,
- Siz onlardan daha fazla işitiyor değilsiniz! Şu farkla ki, onlar cevap veremiyor. 4
Sonra devesini Medine yönüne çevirir. Tutsak edilen Mekkeli yetmiş esirle birlikte Medine’ye geri dönülmektedir.
Safra boğazı geçilirken ordu mola verir. Bu mola, aynı zamanda Ukbe bin Muayt’ın ölüm emridir. Peki birden bire ne oldu da Süheyl’in dişlerine bile kıyamayan Peygamber aniden fikir değiştirdi? Yoksa Ukbe’nin sırtına bağırsak attığı üç gün sonra mı aklına geldi?
Safra boğazı geçilirken ordu mola verir. Bu mola, aynı zamanda Ukbe bin Muayt’ın ölüm emridir. Peki birden bire ne oldu da Süheyl’in dişlerine bile kıyamayan Peygamber aniden fikir değiştirdi? Yoksa Ukbe’nin sırtına bağırsak attığı üç gün sonra mı aklına geldi?
Hayır! Olayların Peygamberle ilgisi yoktur. İşin doğrusu Safra boğazı geçilirken Utbe’nin ağır yaraladığı Ubeyde ölmüştür ve molanın gerçek nedeni onun defnidir. Bir yandan Ubeyde’nin defniyle meşgul olunurken diğer yandan harp meclisi toplanır. Aşiret kanunları intikamı emrediyor. Göze göz, dişe diş ve elbette cana can! Ubeyde’nin kanı yerde kalmamalıdır ve esirlerden ölüme en yakın olan Ukbe’dir. Zaten bu herif Mekke’deyken kendilerine çok çektirmiş, Peygamberin sırtına da bağırsak atmamış mıydı?
Ukbe son bir ümitle Peygambere bakıyor,
- Ya küçük çocuklara kim bakacak?
İslam’ın henüz kendine ait oturmuş bir şeriatı yoktur ve Peygamber toplumsal öfke karşısında çaresizdir. Bir ümit, belki yatışırlar ümidiyle ganimet mallarını dağıtıyor. Hayır, çare yok. Ukbe’nin yalvaran gözlerine bakarken önce kardeşi Musa’yı hatırlıyor, sonra da hiç sönmeyen çalı ateşini. Korkma Ukbe, senin çocukların da bu büyük ateşin içinde büyür giderler. Ukbe’ye dönüyor, Ebu Bekir hariç aklından geçenleri kimse bilmiyor. Çocuklara kim bakacak öyle mi? Gizli bir teselli,
- Ateş!
Asım bin Sabit Ukbe’nin boynunu vurmaya hazırlanırken Peygamber orada bulunmak istemiyor. Kılıç Ukbe’nin korkudan titreyen boynuna inerken yanında Ebu Bekir, hayalinde yalvaran bir bakış uzaklaşmaktadır.
Başları öne eğik, sessizce yol alıyorlar. Peygamber uzun bir süre sonra devesinin üzerinde yükselip dostu Ebu Bekir’e dönüyor. Sesinde bir isyan,
- Hayır ya Ebu Bekir! Bu böyle devam edemez! İsa’nın şeriatıyla mı hükmedeceğiz, yoksa Musa’nın şeriatıyla mı?
Ebu Bekir bilgili, bir o kadar da saygılı.
- Hakkımızda hayırlı olanı siz daha iyi bilirsiniz ya Resulallah.
Peygamber susuyor. Hangisi hayırlı, hangisi hayırsız? Hayırsız olsaydılar peygamber olurlar mıydı? Evet ikisi de doğru. Savaşırken Musa, bittikten hemen sonra İsa. Her ikisi de gerçeğin ayrı bir hâli. Fakat İsa daha mı yakın ne..?
Medine’ye ordudan üç gün önce varır. Ve varır varmaz bir kötü haber. Ukbe Safra’da can verirken, yola çıkarken hasta bıraktığı kızı Rukiyye de Medine’de ölmüş ve henüz gömülmüştür. İçi cız eder. Ey Muhammet, bu büyük ateş Ukbe’nin çocuklarını yakar da seni bırakır mı?
Ordu esirlerle birlikte Medine’ye gelince emir verir,
- Esirler evlerde korunacak ve iyi davranılacak!
Her nedense esirler hakkında vahiy gelmiyor ve ertesi günü danışma meclisini toplayıp soruyor,
- Esirleri ne yapacağız?
Haz. Ebu Bekir Peygamberin düşüncelerini bilmekte ve onun görüşünü paylaşmaktadır,
- Ey Peygamber! Bunlar senin akrabaların ve kardeşlerindir. Onları öldürmeyelim, fidye alarak serbest bırakalım. Bakarsın daha sonra Allah onlara da doğru yolu gösterir ve inanırlar.
Peygamber Ömer’e döner,
- Hattab’ın oğlu sen ne dersin?
Eski yasalar serttir ve Ömer de yasalar kadar sert!
- Ya Resulallah! Bunlar Allah ve din düşmanı kafirlerdir. Hepsinin kafasını keselim. Keselim ki Allah kafirlere acımadığımızı bilsin!
Ya Sad bin Muaz? Ona sormaya bile gerek yok,
- Öldürelim!
Neyse ki diğerleri Ömer’le Sad kadar acımasız değiller ve düşünüyorlar. Peygamber ve Ebu Bekir’in bir bildikleri olmasa, fidye alıp bağışlayalım derler miydi? Evet, onlar kardeşleridirler ve bağışlamak daha güzel.
Peygamber meclisin kararından memnun Ebu Bekir’e dönüyor,
- Yüce Allah bazı kalpleri o kadar şefkatli yaratır ki, sütten daha ince olurlar. Bazı kalpleri de o kadar sertleştirir ki taştan daha katı olurlar. Ya Ebu Bekir! Senin hâlin İbrahim’in hâline benzer ki O; Bana inananlar bendendir, isyan edenleri ise Allah bağışlar ve affeder, çünkü O affedicidir demişti. Yine senin hâlin İsa’nın hâline benzer ki; onları cezalandırmak istersen yaparsın, çünkü senin kullarındır, eğer bağışlarsan, sen affetmeyi seversin demişti.
Sonra Ömer’e dönüyor,
- Ya Ömer! Senin tabiatın da Nuh’un tabiatına benzer ki O; Yer yüzünde inkarcılardan hiç birini sağ bırakma demişti.
Yatsı namazını kıldırdıktan sonra eve döndü. Esirler kurtuldu, artık içi daha rahat. Artık Ukbe’nin yalvaran gözlerinin hayali daha az rahatsız edici. Hem üstelik şu sıkıntıda elleri de biraz para görür değil mi?
Para mı? Birden içi boşalıyor gibi oluyor, eyvah! Kemiklerine kadar titrediğini hissediyor, eyvah ne yaptı! Bir peygamber para için mi savaşır? Hani affetmek, nerede kaldı bağışlamak? Ey Peygamber, karşılıksız bağışlamayı başaramadın öyle mi?
Soluk soluğa, bitkin bir halde minderin üstüne kıvrıldı. Eşi Sevde loş karanlıkta duyduğu soluk seslerinden bir gariplik olduğunun farkına varıyor, evet bu vahiy hâli. Koşup örtüyor, böyle durumlarda yalnız kalmak istediğini biliyor.
Soluk soluğa, bitkin bir halde minderin üstüne kıvrıldı. Eşi Sevde loş karanlıkta duyduğu soluk seslerinden bir gariplik olduğunun farkına varıyor, evet bu vahiy hâli. Koşup örtüyor, böyle durumlarda yalnız kalmak istediğini biliyor.
“ Sözlerinin kesin doğruluğuna inandırmak dışında, hiçbir peygambere insanları esir edip karşılık almak yakışmaz. Siz şu geçici dünyanın menfaatini istiyorsunuz, Allah ise ahireti istiyor. Eğer aynı suçu sizden öncekiler de işlememiş olsaydı, aldığınız şu fidyeden ötürü muhakkak çok büyük bir azapla karşılaşacaktınız. Enfal 8/67”
Peygamber kendine gelince Sevde’ye dönüyor, sabahı beklemeye tahammülü yok.
- Söyle de bana Ebu Bekir’i çağırsınlar.
Ebu Bekir gelince ayeti okuyor. Sevgili dostu için tefsire gerek yok! Aynı üzüntü bu defa onu sarıyor. Evet, hata ettiler. Karşılıksız bağışlasalardı onları kazanacaklardı. Şimdi kurtulacak, ama yine düşman olarak kalacaklar. Evet, bu tam bir bağışlama olmadı ve cezasını görecekler! Belki çok büyük olmayacak ama, bir ceza olacak.” 5
Devamını başka bir hadiste Ömer anlatıyor,
“ Sabah namazı için mescide geldiğimde Peygamber ve Ebu Bekir’i ağlar gördüm. Ne olduğunu sorduğumda, esirleri fidye karşılığı bırakmanın cezasını çok yakında ödeyeceğimizi söylediler.
Daha sonra Peygamber; Aldığımız şu fidye sebebiyle gökten azap inseydi, Ömer’le Sad’dan başkası kurtulamayacaktı buyurdu.” 6
Daha sonra Peygamber; Aldığımız şu fidye sebebiyle gökten azap inseydi, Ömer’le Sad’dan başkası kurtulamayacaktı buyurdu.” 6
Ömer’in bu sözlerinde Peygamberin iki cümlesi var. Biri azap inecek diyor, diğeri azap inseydi! Hangisi doğru?
Peygamberin korktuğu Uhud savaşında başına geldi. Beklenen ceza gökten değil, Mekke’den gelmişti. O gün yetmiş kayıp veren Müslümanlar Talha bin Ubeydullah ve Sad bin ebi Vakkas dışında can havliyle kaçışırken, kendisinin de yüzü parçalanmış, ölümden bu iki insan sayesinde kurtulmuştu.
Ya Ömer’le Sad bin Muaz’ın ayrıcalıkları?
Emin değilim ama, Peygamberin bu sözlerinde kendileri için övünülecek bir şey olmadığını daha sonra anlamış olmalıdırlar. Gökyüzünde yağmur ve fırtınadan başka bir şey olmadığını bilen Peygamber her etkinin bir tepki doğurduğuna dikkat çekmekte, oldukça nazik bir biçimde Ömer’le Muaz’ı eleştirmektedir.
Eğer bu ikinci cümle Peygamberin sözü değilse, Kuran’ı kanla tefsir etmeye çalışan zalimlerin sonradan ekledikleri kızıl bir yalan olmalıdır.
Henüz çalışmadım ama, Kurayza katliamını da aynı kızıl yalancıların işlediğine, o gün öldürülen üç beş kişiyi şişinmek için iki yüze çıkardıklarına ve yalan olduğuna eminim.
*
Çalışma bittikten sonra arkama yaslandım, içimde bir garip hüzün. Göklere çıkardığımız, neredeyse peygamber ilan edeceğimiz Haz. Ömer kan kaybediyor. Sonra eski bir fıkra geliyor aklıma...
Bektaşi ellerini açmış dua etmekte,
- Allah’ım şu fakir kuluna biraz dünyalık ver, ve biraz şarap.
Duyanlar kızmışlar,
- Allah’tan böyle aşağılık şeyler istemeye utanmıyor musun? Baksana herkes ilim irfan, af mağfiret istemekte!
Bektaşi mahzun ellerini açmış,
- Neyleyim, herkes kendinde eksik olanı istiyor.
- Allah’ım şu fakir kuluna biraz dünyalık ver, ve biraz şarap.
Duyanlar kızmışlar,
- Allah’tan böyle aşağılık şeyler istemeye utanmıyor musun? Baksana herkes ilim irfan, af mağfiret istemekte!
Bektaşi mahzun ellerini açmış,
- Neyleyim, herkes kendinde eksik olanı istiyor.
Nereden mi aklıma geldi?
Son Peygamberin süt içtiği bir rüyası vardı, hatırladınız mı? Hani sütü ilimle tabir ettiği ve kalanı da Ömer’e verdiği!
İtiraf edememiştim ama, Ebu Bekir kendisine daha yakın olduğu halde niçin Ömer’e verdi diye çok merak etmiştim. Artık bunun nedenini biliyorum.
Çünkü Peygamberin seyrettiği Ömer gerçeği henüz yeterince bilmiyor ve bu ilme Ebu Bekir’in değil, en çok onun ihtiyacı var.
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 191
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 334
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 420
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 153
5 Taberi Tarihi Z.Kadir Ugan-AhmetTemir Milli Eğitim Bakanlığı / 1992 4 256
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 126
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 191
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 334
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 420
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 153
5 Taberi Tarihi Z.Kadir Ugan-AhmetTemir Milli Eğitim Bakanlığı / 1992 4 256
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 126
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder