11. Suretler

İstanbul’u bilir misiniz? Aksaray’dan Beyazıt meydanına doğru çıkan bulvarın solunda Laleli baba camisi vardır. Onu geçersiniz, sonra şimdilerde otel ve iş yeri olan eski lojmanlarla Edebiyat fakültesi gelir. Onları da geçersiniz. Tam fakültenin köşesinde, fakültenin arka kapısına çıkan ara yolun dar merdivenleri görünür. İşte o merdivenlerin bitişiğinde, taştan örülmüş küçücük bir yapı görürsünüz. Korumaya alınmış, Osmanlı döneminden kalma bir eski eser. Eski bir kütüphane diye hatırlıyorum.

Durup seyredin. Duvarlara bakarken, belki de yıkılan Bizans surlarından arta kalan taşlarla örüldüğünü düşünürsünüz. Sonra sizi bu düşünceye götüren başka bir şey dikkatinizi çeker. Sıradan taşlarla örülmüş duvarların temellerine doğru, kocaman beyaz mermer taşlar parlamaktadır. Daha dikkatli bakınca onların sadece mermer bir taş değil, üzerlerinde insan yüzleri ve başka desenler oyulmuş eski bir Bizans tapınağının alın süsleri olduğunu görürsünüz. Ve sanki inadına ters konmuş gibi, baş aşağı duran.
İstanbul’a gelmişseniz, bu manzarayı belki siz de görmüşsünüzdür. Yerli yabancı her gün binlerce insan gelip geçer yanından. Tarihe ve güzel sanatlara ilgi duyan biri iseniz, biraz incinirsiniz estetik ve kültür adına. Bize barbar suçlamasında bulunan batı dünyası haklı mıdır yoksa! Atalarımız bir barbar, inançlarımız boş bir bilgisizlik midir?

*

Son Peygamber Medine’ye geldikten sonra, daha önce Mekkelilerin dinlemek istemediği veya dinleyip de anlamadıkları çok önemli bir konuyu yeniden işlemeye başlar, suretler! Suret, biçim, şekil, dış görünüş demektir.

“ Bir gün, Peygamberin hanımlarından Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme, Habeşistan’da iken gördükleri bir Meryem ana kilisesi hakkında konuştular. Sonra bu konuşmadan Peygambere de bahsettiler. O zaman Peygamber buyurdu ki,
- Onlar vefat eden azizlerin kabirleri üzerine mescitler yaparlar, ve o mescitleri resim ve heykellerle süslerlerdi. İnsanların yeniden dirildiği ve hakların sorulduğu kıyamet gününde görülecektir ki, bunları yapanlar insanlığa büyük zarar vermiş kimselerdir.” 1

İlk okuduğumda hadis itici geldi. Sakın bu da sonradan uydurulan hadislerden olmasın? Tüm peygamberler kardeştir diyen Peygamber kendisi değil miydi?

İsa’yı sevmek, ama İsa’yı sevenleri sevmemek! Musa’yı sevmek, ama Musa’yı sevenlerden nefret etmek! Şaşkınlığın ve zorluğun başladığı yer belki de burasıdır.

Ancak hiç şüphesiz asıl önemli olan Müslümanların ne anladığı değil, Son Peygamberin ne anlatmak istediğidir ve Peygamber bu konuşmasıyla diğer dinlere değil, suretlere dikkat çekmektedir. Değişen, sürekli değişen suretlere. Sadece Turan Dursun’u değil, herkesi ve her şeyi boğan büyük suretler denizine!

Oysa ki bu büyük denize girerken Turan Dursun da iyi bir yüzücü olduğunu düşünüyordu ve iddialıydı. Hem de oldukça iddialı!

“ Ben yazdığım konuların uzmanıyım. Arapça’yı iyi bilirim. Fıkıh, kelam, tefsir ve hadiste uzmanım. Ayrıca, karşılaştırma yapacak ve beş cilt kitap yazacak derecede diğer dinleri de bilirim. Elimdeki ışığın önemini ve gücünü biliyorum. Daha güzel bir dünya için karanlıklar yenilmeli. Yenilmeli ki, gerçek nedir, ne değildir herkes görebilsin.
Benimse bilgim var, yüreğim var ve insanlara yararlı olmaya çalışmak gibi bir tutkum var. Yazılarım bu yolda ve yazdıklarım tümüyle belgeli. En sağlam kaynaklara dayalı. Karşı mı çıkıyorsunuz? Buyurun, var mısınız kaynakları ve belgeleri sergileyerek uygarca tartışalım?
Size bir önerim var. Yazdıklarım hakkında benimle tartışmak istiyorsanız çıkın karşıma! Bilginiz yetmiyorsa, en bilgilisinden bir ulemanızı çıkarın. Biri yetmezse ikisini üçünü çıkarın, var mısınız?” 2

Var mıydınız..? Hayır, yoktunuz. Turan Dursun’a verilen tek cevap öldürücü bir kurşun oldu.
Biliyorum deniz çok büyük ve dalgalar pek azgın. Bu nedenle, anladığımı zannettiğim sadece beş suret seçtim. Süslü bir kilim, hasta bir deve, dikenli bir ağaç, bir tutam saç ve eski bir mescit.
Süslü bir kilimin hikayesi yeter mi?

*

Yıl 622. Mısırdaki piramitler 3000 yıllık, Çin setti 1500 yıllık harabedirler ve İstanbul’da Ayasofya kilisesi bitmek üzeredir. Büyük Roma kesme taştan köprüler, su kemerleri ve yollar yaparak doğuya doğru yürümektedir. Roma lejyonları muhasara ettikleri kale surlarına artık ateşli mancınıklarla saldırmaktadırlar. Evrende her şeyin sürekli bir oluşum ve sürekli bir değişim içinde olduğunu savunan Efesli Heraklitos öleli bin yıl olmuş, eski Yunan tiyatrolarını çoktan otlar bürümüştür.

İşte o günlerde Son Peygamberin Medine’de oturacağı tek gözlü odacıklar çamurdan dökülen kerpiçlerle örüldü ve çamurla sıvandı. Damına hurma kütükleri uzatıp, ince hurma dallarıyla kapadılar. Biri kapının yanında ve biri karşı duvardaki iki küçük pencere tahta kepenklerle örtüldü.

Arap yarımadası, dünyanın dışında çöle terk edilmiş başka bir dünya gibiydi sanki. Gerçi şehirde zengin tüccarlara ait iki katlı taş konaklar yok değildi ve Araplar dünyada neler olup bittiğinden hepten habersiz değildiler ama, çölün ortasındaki bu şehirlerde hem ihtiyaç duymazlar, hem de gerekli ekonomik gücü ve teknolojiyi bulamazlardı.

İşte o günlerden birinde son Peygamberin eşi Haz. Ayşe, odasının duvarlarını süslemek veya pencerelere asmak üzere Medine pazarından iki kilim satın aldı. Birinde kuş resimleri, diğerinde kanatlı bir at resmi vardı ve onları pencerelere astı. Sonra?

Sonrasını Enes bin Malik anlatıyor,
“ Peygamber kısa bir süre sonra ona,
- Ya Ayşe, şu perdelerini karşımdan al. Namazda beni meşgul ediyor, gördükçe dünyayı hatırlıyorum! dedi.” 3

Bazı kaynaklarda yukarıdaki hadisin bir devamı olarak, bazı kaynaklarda ise ayrı bir hadis olarak anlatılan ve sonuçta bu kilimlerin minder yapıldığı anlaşılan başka bir hadiste Haz. Ayşe şöyle diyor,
“ Üzerinde hayvan resimleri olan ufak şilteler hazırlamıştım. Peygamber odaya girerken gördü ve kapıda durup,
- Bunlar da nedir? diye sordu. Ben,
- Oturursunuz veya yaslanırsınız diye sizin için hazırlamıştım, dedim. Bunun üzerine Peygamber,
- Bu suretleri yapanlara kıyamet gününde muhakkak azap olunur. Hadi bakalım, yaptığınız bu suretlere can verin denir. Bir ev ki içinde suretler vardır, artık o eve melekler girmez buyurdu.” 4

Galiba bu nedenle olmalı, bugün Müslümanlar içinde resim veya fotoğraf bulunan odalarda namaz kılmazlar. Kılmak zorunda kalırlarsa da, ya duvardan indirir veya üzerini örter öyle kılarlar.
Acaba gerçekten bu kadar basit, anlamsız ve ilkel midir bu anlatılanlar?

*

Yıl 630. Son Peygamber kederli terk ettiği Mekke şehrine geri dönmüştür. Birkaç kişi hariç genel af ilan edilmiş, tüm şehir halkı henüz tam olarak anlamasalar bile Müslümanlığı zoraki kabul etmişlerdir. İşte o günlerde Kureyşin ileri gelenlerinden Ebu Cehm Peygambere yeni bir cüppe hediye eder. Bu cüppe, ön kenarları sırmalı, damga desenleri olan ve yumuşak siyah yünden dokunmuş nadide bir Şam cüppesidir. Son Peygamber onu giyer. Sonra neler olduğunu eşi Haz. Ayşe anlatıyor,

“ Peygamber, üzerinde damgalar bulunan nadide bir siyah cüppe içinde namaza durmuşlardı. Namaz kılarken gözü bu damgalara takıldı. Namazı tamamlayınca cüppeyi çıkardı ve,
- Bu cüppeyi Ubu Cehm’e geri götürün de onun daha sade bir cüppesini bana getirin. Zira az önce, az kalsın namazda beni meşgul edecekti, buyurdu.” 5

Hadisin altında müellifin kısa bir açıklaması var ve şöyle diyor,
“ Bu hadisi okuduktan sonra, Peygamberin namazda iken olur olmaz şeyleri hatırına getirip ibadetin ruhundan uzaklaşabildiğini kabul etmek mümkün değildir. Çünkü bırakın kendisini, arkasından gelenlerin arasında bile öyle insanlar vardır ki hayret edilir. Nitekim tabiinden Müslim bin Yesar namazda iken tavan çöküp yanı başına düşmüş de haberi bile olmamış. Dolayısıyla Peygamberin bu davranış ve sözlerinde, henüz yeni Müslüman olmuş Mekkelileri ibadetin ruhuna yaklaştırmak amacı vardır.”

Hayır, bu açıklama yeterli değil. Peygamberin sözleri ile açıklamanın söz ettiği ibadet ruhu arasında hiçbir ilgi yok. Bence Peygamber başka bir şey anlatmak istiyor olmalı. Bakalım şu süslü perdelerin izleri nereye gidiyor..?

“ Haz. Ömer bir gün, mescidin kapısında Utarid bin Hacib’e ait ipekli bir cüppe satıldığını görmüştü. Peygambere,
- Ey Allah’ın resulü! Bunu alsanız da cuma günleri veya yabancı heyetleri kabul ettiğiniz günlerde giyseniz, demişti.
Peygamber bu teklife şöyle cevap verdi,
- Bunu ahretten nasibi olmayanlar giyer.” 6

Yıl 626. Son Peygamber komutanlarından Halit bin Velid’i kuzeye, Cendel beyi Ukeydir üzerine gönderir. Çıkan çatışmada Cendel beyinin kardeşi öldürülürken kendisi de esir edilir. Anlaşmaya mecbur kalan Ukeydir, Peygambere sarı çubuk desenli ipek bir kaftan gönderir. Devamını Ukbe bin Âmir anlatıyor,

“ Peygambere sarı çubuk yollu ipekli bir kaftan hediye edilmiş ve Peygamber onu giydikten sonra namaza durmuştu. Namazdan çıktıktan sonra, onu giymiş olmak gücüne gitmiş gibi şiddetle çıkarıp atarak,
- Allah’tan korkanlara bunu giymek yakışmaz! buyurdu.” 7

Özel durumlar hariç hediyeleri geri çevirmek nezaket açısından doğru değildir ve Peygamber hediyeleri kabul ederdi. Peki, bu ipek kaftanı niçin çıkarıp atmış olabilir? Bakalım neden çıkarıp atmış?

“ Çölde elbiselik kumaş Şam’dan, yada Yemen yoluyla Hindistan ve Çin’den gelirdi. Kumaş ve elbise dışarıdan geldiği için pahalıydı ve Müslümanlar fakirdi. Fantezi elbiseler kenarda dursun, giyecek tek kat elbiseyi bile zorlukla bulabilirlerdi. Hâttâ öyle ki, mescitte namaz kılınırken erkekler eğildiğinde bacakları açılırdı da, arka sıralarda bulunan kadınlara, erkekler doğruluncaya kadar başınızı kaldırmayın denirdi.” 8

Cabir bin Abdullah o fakirlik günlerini şöyle anlatıyor,
“Buvat seferine giderken bir gece bir iş için peygamberin yanına gittim. Namaz kılıyordu. Ben de belime sarılı peştamalı vücuduma sarıp yanında namaza durdum. Namazdan sonra işimi arz edip görüştükten sonra,
 - Niçin böyle sarındın? diye sordu. (Muhtemeldir ki Cabir gövdesini örtmeye çalışırken bacakları açıkta kalmıştır.) Ben de,
- Biliyorsun bundan başka elbisem yok, dedim. Bunun üzerine bana,
- Elbisen büyük olursa ona sarın, ama böyle küçük olursa peştamal gibi beline bağla, dedi.” 9

İşte bir örnek daha. Habbab yıllar sonra Uhut savaşını anlatıyor,
“Musab bin Umeyr Uhut günü şehit olmuştu da, onu saracak bir kefen bulamamıştık. Bu aziz şehidi kendi elbisesine sarmaya çalışırken, başını kapasak ayakları, ayaklarını kapasak başı açılıyordu. Bu yoksulluk karşısında Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayak ucunu otlarla örtmemizi söyledi.” 10

Bu örnek de Ebu Hüreyre’den,
“ Bir gün biri Peygambere gelip, vücudu tam örtemeyen küçük bir elbise içinde namaz kılınıp kılınamayacağını sordu. Peygamber ona,
- Her birinizin büyük bir elbisesi var mı ki! diye cevap verdi.” 11

Örnekler çoğaltılabilirdi. Ancak Peygamberin ipekli veya desenli kumaşlara değil, arkasındaki fakir insanlara baktığı artık anlaşılmış olmalıdır. Hâlâ şüpheniz varsa, gelin bir de şu hatırayı okuyalım;

“ Bir gün Peygamber kızı Fatma’nın evine gelmişti ama içeri girmeden geri döndü. Sonra Ali eve gelip Fatma’yı kederli görünce sordu. Fatma da hadiseyi anlattı. Ali Peygambere gelip,
- Ya Resulallah! Evimize gelip de içeri girmemeniz Fatmayı üzmüştür! deyince Peygamber,
- Evet, geri döndüm. Onun kapısında türlü renklerle süslü bir örtü gördüm. Benimle şu süslü dünya arasında ne münasebet var? buyurdu.
Ali bu sözü Fatma’ya iletince Fatma,
- Bu örtüyü ne yapmamı isterse öyle yapayım, demiş. Bunun üzerine Peygamber Ali’ye şöyle buyurdu,
- Bu kumaşı ihtiyaç sahibi bir aileye gönderiniz.” 12

Son Peygamberin suretlere bakışı sadece kıyafetlerle sınırlı değildir elbette. O, başta altın olmak üzere insanlar arasında gösterişe ve sınıf farkı yaratılmasına neden olan her türlü surete karşı çıkmış ve yasaklamıştı.
“ İpek ve atlastan elbiseler giymeyiniz. Altın ve gümüş kapları kullanmayınız. Bunlar dünyada kafirlerin, ahrette biz Müslümanlarındır.” 13

Nitekim kendisi de mühür olarak kullanmak istediği bir yüzüğü önce altından yaptırdığı halde kullanamayıp başkasına hediye etmiş ve gümüşten bir başkasını yaptırmıştı.
Çünkü O, insanın insana üstünlüğü Allah’a yakınlığı iledir diyor, bunun dışındaki her türlü üstünlük kurma biçiminin günah olduğunu öğretiyordu.
İşte öğrencilerinin birinden konumuzla ilgili bir ders. Olaya şahit olan Cabir anlatıyor;

“ Kureyşin ileri gelenleri, hac günlerinde evlerine her zaman olduğu gibi kapıdan girip çıktıkları halde halktan kimselere günah sayarlardı. Zavallı halk günaha girmek korkusuyla evlere arka penceresinden, çadırlarına arka eteğinden girip çıkarlardı.
Bir hac mevsiminde bir gün, Peygamber misafir olduğu bahçenin kapısından çıktı. Medinelilerden Kutbe bin Amir de onun arkasından çıktı. Bunu gören bazıları şöyle dediler;
- Kutbe günaha girmiştir. Ne hakla seninle birlikte kapıdan çıkıyor?
Bunun üzerine Peygamber Kutbe’ye sordu;
- Kutbe, ne hakla kapıdan çıktın?
- Senin kapıdan çıktığını gördüm ve ben de öyle yaptım.
- Ama ben Kureyşliyim, asillerdenim!
Kutbe Peygamberin bu sözlerine şöyle karşılık verdi;
- Ya Resulallah! Benim dinimde senin dinindir.” 14

Peygamber söz ettiğimiz bu sosyal adalet konusunda oldukça endişelidir. Başka bir hadiste, manevi oğlu Üsame bin Zeyd onun bu endişelerini şöyle anlatıyor;
“ Peygamber bir gün şehrin kenarındaki yüksekçe bir tepede durdu ve Medine evlerinin arasında yükselen köşklere bakarak,
- Benim gördüğüm tehlikeyi siz de görüyor musunuz? Şiddetli sel sularının açtığı şu yarları nasıl görüyorsam, insanların arasına girecek çatışma ve anlaşmazlıkları da öylece görüyorum, dedi.” 15

İpek kaftanlar, altın tabaklar, köşkler! Hayret edilir, yiyecek ekmek bulamayan, örtünecek elbiseyi bile zor bulan Müslümanlara zaten bulamayacakları bu şeyleri yasaklamanın anlamı neydi? Tarih gösterdi ki, Müslümanlar bu şeyleri kısa bir süre sonra buldular.

Ne yazık ki bu şeyleri buldukları zaman da Peygamberin bu sözlerini çoktan unutmuşlar, yeni öğrendikleri İslam gerçeğini bu süslü suretlerin arkasında çoktan kaybetmişlerdi. Kaybedilen bu gerçek, toplumsal barış, eşitlik ve insani değer yargılarıydı. Yani din gerçeği!

***


Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 368
2 Din Bu 2 Turan Dursun Kaynak / 1993 2 281
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 316
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 116
5 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 314
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 3 29
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 318
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 287
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 286
10 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 351
11 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 284
12 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 40
13 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 389
14 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 6 191
15 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 6 239


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder