3. Bilim ve din I

Dünyayı bir Tanrı mı yarattı?

Evet..!

Tuhaf, peygamberler kendileri de görmedikleri halde bu soruya nasıl evet diyebiliyorlar?

Bence bazı insanların tanrıya inanmıyor olmasının nedeni bu tuhaflıktır ve kolay anlaşılır bir cevabı da yoktur. Dinler tarihinde bu tuhaflığın başka bir adı sırdır.

Bazılarımız bu sır duygusunu sever. Onlara göre bu durum din kavramının tabii bir gereğidir. Yine bu ezeli sır karşısında kimilerimiz çaresiz, kimilerimiz umursamazdır. Peki ama ya bilim? Bilim insanlık onuru adına sırrın ezeli düşmanıdır ve hayır diyerek haykırır;

“ Maddi varlıklardan ibaret olan şu evrende bilinemeyecek tek bir şey bile olmadığı gibi, insanın bilme yeteneğinin de sınırı yoktur. Bu nedenle ilke olarak kabul edilebilir ki, mutlak gerçek tüm olarak bilinebilir. Bireylerin veya kuşakların bilgi seviyelerinin çeşitli koşullarla sınırlı olması bu gerçeği değiştiremez.” 1

Bilimin gözünde pek çoğumuz bilmediğimiz şeylere inanmakta, ibadet diyerek bilmediğimiz gariplikler yapmaktayızdır. Bazılarımız bu durumu iman adına kabullenirken, bazılarımız da bilimin bu uyarısı ile gerçek adına isyan etmekte ve sormaktadır,

- Bizim tanrımız sır, dinimiz bilgisizlik mi olmalıdır? Tanrının bizden istediği bu karanlık bilgisizliğe inanmamız mıdır..?

Bilim ve Dinin ne zaman başladığı bilinmeyen, ancak günümüzde de hâlâ devam eden ezeli kavgalarının nedeni kısaca budur.

Ancak içinde yaşadığımız 21. yüzyılda bu kavganın artık sona yaklaştığı, kazanacak tarafın belli olduğu anlaşılıyor. Din tarafından son olarak Orta çağda engizisyona çekilen ve yakılan bilim dirilmiş, sonra gittikçe büyüyerek dinin bütün kalelerini bir bir ele geçirmeye, mensuplarını yerden yere vurmaya başlamıştır. Ezeli düşmanı dinin hastalarını bile o iyi etmekte, evliyalar gibi gök yüzünde uçmakta, hâttâ daha düne kadar nur zannettiğimiz aydan hatıra taş parçaları getirmektedir. Kahinler gibi olacak bazı şeyleri önceden haber vermekte, cinler gibi binlerce kilometre uzakta konuşulan fısıltıları dinlemektedir. Kılıç ve mızrak gibi eski silahlarını atmış, artık düşmanlarını gözle görülmeyen, elle tutulmayan silahlarla yok etmeye başlamıştır.

Her ne kadar kimi inanırlar bugün hâlâ karşı koymaya çalışıyorlarsa da söyledikleri eskilerin bir tekrarı olmaktan öteye gidememekte, adeta bir ejderhaya dönen bilim karşısında din gittikçe yok olmaktadır. Bu manzara, bilimin ibret verici intikamıdır.

Bilimin olanca öfkesiyle yüklendiği ve yok etmekte olduğu dinlerden biri de son din İslam’dır ve doğrusunu isterseniz diğerlerinden daha iyi durumda olduğunu da hiç kimse söyleyemez. Aksine, belki daha kötü durumda olduğu bile söylenebilir.

Bugün dünyadaki her Müslüman diğerlerinden daha iyi Müslüman olduğunu iddia etmekte, bilimden ödünç aldıkları eski silahlarla birbirlerini vururken bilimin kafirlerine beddua etmektedirler. Artık hiç anlamadıkları kutsal kitaplarını bile düşmanları bilimin bilgisayarlarında yazıp basmakta, bilimsel verilerle açıklamaya çalışmaktadırlar. Gerçekte Müslümanların durumu daha kötü, hâttâ acıklı bile sayılabilir.

Aslında bilime inanan bir materyalist olarak bundan memnun olmam gerekirdi, ama değilim. Çünkü görünmez Allah’ı arıyorum ve buluncaya kadar da ön yargısız bir düşünceyle tarafsız olmak zorundayım.

Hiç düşündünüz mü bilim ve din arasındaki bu kavga hakkında Son Peygamber ne düşünürdü acaba? Şüphesiz en iyisi kendisine sormak,

“ Kim ilim öğrenmek için bir yola girse, cennete giden yollardan birine girmiş demektir. Melekler memnun olarak onu kanatlarıyla örterler. Gökyüzü ve yerde olanlar ve hâttâ denizdeki balıklar, âlim için dua ederler. Âlimin ibadet ehline üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Peygamberler para pul değil, ancak ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasip elde etmiş demektir.” 2

“Yok edilmeden önce, şu din denilen ilmi öğrenmeniz gerekir. Bu yolda âlim ve talebe sevapta ortaktırlar. Öğretici veya öğrenici olmayan diğer insanlarda hayır yoktur.” 3

Ya her şeyin yazılı olduğu söylenen Kuran ne diyor bu konuda?

“ De ki, Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Zümer 39/9”

“ Hayır, hayır! İş sizin bildiğiniz gibi değil. Keşke görürcesine, kesin olarak bilmiş olsaydınız. Tekasür 102/5”

“ İkişer olmuş bir sekiz! Koyundan iki, keçiden iki. Deveden iki, sığırdan da iki. Ne anlama geliyor bu sözler? Madem gerçeklerden söz ediyorsunuz, hadi bunu da açıklasanıza! Enam 6/143”

Hayret! Görüyor musunuz Allah ve Peygamberi de sık sık bilgiden ve bilginin öneminden söz ediyorlar değil mi?

Ama hayır! Daha önce defalarca aynı tuzağa düşen bilim bu defa son derece tedbirli ve son derece kendinden emindir. Hayır, der.

“ Dinin söz ettiği bu bilgi, bilimin söz ettiği bilimsel bilgi değildir. Bilgi, maddi gerçeğin insan beynindeki bir yansıması, bir görüntüsüdür. Elmanın aynadaki aksi elma olmadığı gibi, bu görüntü de asla maddenin kendisi değildir. Bilgi, insana gökten inme esrarlı bir vergi değil, çevresindeki maddi âlemi gözleyip inceleyen insanın elde ettiği bir başarıdır. Bilimsel bilgi; hangi konuda olursa olsun, ancak gözlem, deney ve hesaplamalar sonucu elde edilen ve doğruluğu ispatlanmış olan sonuçlardır. Özetle, bilgi ile görünen şu maddi âlem arasında aşılamaz hiçbir sınır yoktur ve tek bilgi kaynağı maddi evrendeki varlıklar ve olaylardır.
Dinin söz ettiği bu bilgi, hiçbir maddi temele dayanmayan ve aslı olmayan bir hayalden ibarettir. Doğada sağlam ve sağlıklı şeylerin yanı sıra çürük ve hastalıklı şeyler de olabildiği gibi, din duygusu da insanın gördüğü âlemden elde ettiği çarpıtılmış bir görüntüden başka bir şey değildir. Dinin kimi zaman zor bile kullanarak inanılmasını istediği bu bilgi, gerçekte kapkaranlık bir bilgisizlikten başka bir şey değildir.” 4

Doğrusunu isterseniz bilim bu itirazında pek de haksız değil gibidir. Birçok yerinde,

“ Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyice açıklamışızdır. Bakara 2/118” diyen Kuran, başka birçok yerinde ise;

“ Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları Ondan başkası bilmez. Enam 6/59” demektedir.

Peygamberden aktarılan bir hatırada bir arkadaşı şöyle diyor;
“ Ey Allah’ın Resulü, dedim, varlığı yaratmadan önce Allah nerede idi? Bana şu cevabı verdi, El-amâ’da idi.” 5

Gariptir ama gerçekten Arap dilinde el-âmâ koyu karanlık, gayb da bilinmeyen demektir. Yoksa bilim haklı mı?

Yine Kuran’ın bazı sureleri, Elif-Lam-Mim, Ya-Sin, Ha-Mim, Elif-Lam-Mim-Ra gibi anlam verilemeyen harflerle başlamakta ve Müslümanlar Hurûf-u mukattâ (Kesik harfler) adını verdikleri bu harfleri şu cümlelerle açıklamaktadırlar.
“ Bunlar ilahi birer şifre, Allah’ın Kuran’daki sırrıdır.”

Bu konuda ilerici düşünceleriyle tanıdığımız Muhiddîn-i Arabi bile bir yerde;
“ Bir şeyin sonunun, başka bir şeyin başlangıcı olduğunu görmüyor musun? İnsan niçin cahil kalsın? En doğru haber, insanın anlayış ve düşüncesidir.” (6) dediği halde, başka bir yerde o da sırra teslim olmakta ve şöyle diyebilmektedir;
“ Doğruluğu kesin bir hadiste bildirildiğine göre, arkadaşları bir gün Peygambere sordular,
- Öğle namazının dört, akşam namazının üç rekat olmasının nedeni nedir? Neden öğleyin içimizden okuruz da, akşam duyulacak bir sesle okuruz bize anlatın!
Peygamber efendimiz sustular ve bu soruya cevap veremediler. Onun bu soruya cevap verememesi, bu konularda kendi arzusu ile hareket etmediğini, sorulan şeylerde bir gizlilik bulunduğunu gösterir.” 7

Gerçi dindeki sırrı anlatmak için bu kadar çok söz söylemeye, bu kadar uzağa gitmeye gerek yoktur. Herhangi bir camiye gidip imamı dinleyin, namazın sonunda duyarsınız.

- Bi sırr-ı suretü’l Fatiha!

Yani, her namazda okunan Fatiha bile bir sırdır.

Görüldüğü gibi gerçekten ortada bir sır, bir bilinmezlik, bir karanlık var gibidir ve bilime hak vermemek mümkün değildir.

Ne var ki, neredeyse bilime hak vermek üzereyken Haz. Ali’den anlatılan bir hatıra beni durduruyor.

“Haz. Ali’ye, Ya emir! Rabb’ini gördün mü? diye sordum. Görmediğime kulluk eder miyim, buyurdular ve şöyle devam ettiler. Onu gözler görmez, gönüller görür.” 8

Bu görüş sadece Haz. Ali’ye ait olsa neyse, işin garibi Kuran da aynı görüştedir.

“ Gözler onu görmez. Oysa ki O, bütün gözleri görür. Enam 6/103”

“ Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama gönül gözleri kör olur. Hac 22/46”

Gönül gözünü anlamadım. Ama anlıyorum ki doğru iz üzerindeyim ve görmediğime kulluk etmemekte haklıyım.

*

Bilim ve din arasındaki bu kavgada ben hâlâ tarafsızım ve din duygusu benim için hâlâ sırdır.
Ve İslam hadis tarihinde sırdan söz eden tanınmış bir isim var;
Ebu Hüreyre!
Neler söylüyor hiç duydunuz mu?
Söylediği şeyler arasında, bize hiç anlatmadıkları garip şeyler olduğunu biliyor muydunuz..?

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Diyalektik Materyalizm Afanasiev Sol / 1978 Tek kitap 15
2 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 1 385
3 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 1 394
4 Diyalektik Materyalizm Afanasiev Sol / 1978 Tek kitap 80
5 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 1 317
6 M. Arabi Fütuhat-ı Mekkiye Selahaddin Alpay Şakir Hoca / 1980 Tek kitap 18
7 M. Arabi Tasavvuf Yolu Selahaddin Alpay Sümer / 1973 Tek kitap 34
8 Nehc’ül Belaga Abdülbaki Gölpınarlı Der / 1999 Tek kitap 47

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder