- Bu mescidin adı Takkeci mescididir. Hikayesini biliyor musun?
Arabanın gürültüsünü kesmek için ayağımı gazdan çekip hızımı azalttım;
“ Vaktiyle Koca Mustafa Paşada yaşayan fakir bir takkeci varmış. Bir gece bir rüya görmüş. Rüyasında bir ses şöyle diyormuş,
- Bağdat’a git. Eski mahalledeki Asmalı kahveyi bul. Sonra o asmadan bir salkım üzüm ye, zengin olacaksın.
Adam sabah olunca işine gücüne dalmış, unutmuş gitmiş. Birkaç gün sonra aynı rüyayı bir daha görmüş,
- Bağdat’a git! Asmalı kahveye.
Adam hayırdır inşallah demiş ama yine unutmuş. Birkaç gün sonra yine aynı rüya.
- Bağdat’a git!
Nihayet bir gün dayanamamış, çoluk çocuğuyla vedalaşıp Bağdat’a doğru yollara düşmüş. At sırtında aylar süren yorucu bir yolculuktan sonra Bağdat’a varmış. Önce eski mahalleyi sormuş, sonra da Asmalı kahveyi. Gerçekten öyle bir mahalle de, öyle bir kahve de varmış. Adam kahveyi bulunca selam verip çardağın altındaki sedirin bir kenarına oturmuş. Az sonra kahveci çayını getirince sohbet etmeye başlamışlar. Yolcu ta İstanbul’dan geldiğini söylemeye utanmış ama, yine de açık yüreklilikle rüyasını anlatmış. Sözünü bitirince kahveci gülmüş ve şöyle demiş,
- Kusura bakma ama sen de epey safmışsın. Bana da üç yıldır rüyamda; İstanbul’a git, Koca Mustafa paşada takkeci falanı bul, onun evinin karşısındaki falanca yeri kaz, zengin olacaksın diyorlar. Hiç olacak şey mi?
Adam başka hiçbir şey söylemeden kalkıp geri dönmüş. Bu camiyi evinin yanında bulduğu altınlarla yaptırdığı söylenir.”
Dede susunca arabaya gaz verdim. Sıradan bir yolculuk hikayesi mi, yoksa anlatmak istediği bir şey mi var..?
Aklımdan Yuşa tepesine çağırılan şeyh Yahya efendi geçiyor, demek ki bunlar Allah’ın sevgili kulu. Dede de böyle rüyalar görebiliyor mu acaba? Hem neden bu rüyalar iki değil de hep üç gün görülüyor..? Bütün bunlar bilime ters ve bana yabancı.
Eyüp Sultana yaklaşırken düşüncelerimden sıyrıldım. Hayır, yorum yok, vesvese yasak! Sana bir şey anlattılar, ister inanırsın ister inanmazsın.
İyi de, ya aradığım Allah rüyaların içinde saklanıyorsa..?
İyi de, ya aradığım Allah rüyaların içinde saklanıyorsa..?
Düşünmemeye çalışsam da, rüyaların esrarlı havasından sonraki günlerde de kendimi kurtaramadım. Önemsiz olsa çevremdeki bu kadar insan anlatır durur mu? Hadi onlar anlatıyor, Dede dinleyip yorumlar, iki de bir Haz. Yusuf’un rüyasını misal getirir mi? Keşke ben de anlatmaya değer bir rüya görebilseydim!
Şimdi unuttum ama nihayet bir gün gördüm, hem de oldukça enteresan. İlk karşılaşmamızı zor bekledim,
- Dede geçenlerde bir rüya gördüm!
Birdenbire yüzünü ekşitip sert bir sesle sordu,
- Ne gördün?
Çok garip! Rüya görmemden adeta rahatsız olmuş gibi. Yoksa ayıp bir şey mi yaptım? Sıkıldım, neredeyse rüyayı unutacağım. Zoraki anlattım. Soğuk bir sesle;
- Bunun bir anlamı yok, dedi. Bazı rüyalar bizim kendi hayallerimizdir.
Dönerken düşünüyorum. Dede niçin bana başkalarına davrandığı gibi davranmıyor?
Nedenini yıllar sonra anladım. Nun, yani “insan ve akıl” anlayışının savunucularından şeyh Yahya efendiyi anladıktan sonra!
Galiba iki denizde olduğu gibi, rüyaların anlamını da başka yerlerde aramam gerekiyor.
- Dede geçenlerde bir rüya gördüm!
Birdenbire yüzünü ekşitip sert bir sesle sordu,
- Ne gördün?
Çok garip! Rüya görmemden adeta rahatsız olmuş gibi. Yoksa ayıp bir şey mi yaptım? Sıkıldım, neredeyse rüyayı unutacağım. Zoraki anlattım. Soğuk bir sesle;
- Bunun bir anlamı yok, dedi. Bazı rüyalar bizim kendi hayallerimizdir.
Dönerken düşünüyorum. Dede niçin bana başkalarına davrandığı gibi davranmıyor?
Nedenini yıllar sonra anladım. Nun, yani “insan ve akıl” anlayışının savunucularından şeyh Yahya efendiyi anladıktan sonra!
Galiba iki denizde olduğu gibi, rüyaların anlamını da başka yerlerde aramam gerekiyor.
*
Biliyor musunuz, rüyalar konusunda en çok tanınan peygamber Haz. Yusuf olmasına rağmen, kutsal kitaplara geçen ilk rüyanın sahibi Haz. İbrahim’dir.
Haz. İbrahim’in çocuğu olmamaktadır. Karısı Sara’nın da uygun görmesi üzerine cariyesi Hacer’i eş olarak alır ve ondan bir oğlu olur. Adını İsmail koyarlar. Bir zaman sonra melekler gelip, Sara’dan doğacak bir evlat daha müjdelerler. Oldukça yaşlanmış olmalarına rağmen gerçekten bir oğulları daha olur. Onun adını da İshak koyarlar. Ancak bir süre sonra Sara ile Hacer arasında kıskançlıktan kaynaklanan geçimsizlikler başlar. Haz. İbrahim, karısı Sara’nın ısrarı üzerine Hacer ve İsmail’i evden ayırıp çöldeki bir vadiye yerleştirir. Bu vadi, Kuran’a göre Mekke, Tevrat’a göre Beerseba çölüdür. İşte o günlerin birinde Haz. İbrahim bir rüya görür. Hem de üç gece üst üste. Rüyasında oğlunu kurban ettiğini görmektedir. Bunun Tanrıdan gelen bir emir olduğuna inanarak oğlunu kurban etmek ister. Ne var ki bu bir sınav olduğu için Tanrı oğlunun yerine bir koç gönderir ve kurban gerçekleşmez. Kuran’da bu kurbanın hangi oğlu olduğu bildirilmemesine rağmen, Tevrat İshak olduğunu bildirir ve bazı önemli İslam âlimleri de İshak olduğunu kabul ederler.
Kuran bu hikayeyi şöyle anlatır,
“ Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince İbrahim dedi ki,
- Ey oğlum, rüyamda seni kestiğimi görüyorum. Sen bu işe ne dersin?
- Ey babacığım dedi, sana emredileni yap. Allah dilerse beni sabredenlerden bulacaksın. Böylece ikisi de teslim olup İbrahim oğlunu yan yatırınca, biz şöyle seslendik,
- Ey babacığım dedi, sana emredileni yap. Allah dilerse beni sabredenlerden bulacaksın. Böylece ikisi de teslim olup İbrahim oğlunu yan yatırınca, biz şöyle seslendik,
- Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin. Güzel iş işleyenleri işte biz böyle ödüllendiririz. Şüphesiz bu açık bir imtihandı. Ve ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. Sonradan geleceklere onu hatırlatacak bir hatıra bıraktık. Selam olsun İbrahim’e! Saffat 37/102”
Müslümanların binlerce yıldır yaşatmaya çalıştıkları kurban ibadetinin temeli, Haz. İbrahim’in işte bu hatırasıdır.
İki çocuğumuz var ve bir gün ben de kendime sordum; Haz. İbrahim gibi üç gün üst üste aynı rüyayı görseydin, sen de oğlunu kurban edebilir miydin? İçimden bir ses saçmaladığımı söylüyordu. Sonra aynı soruyu eşime de sordum, cevabı aynıydı;
- Saçmalama! Değil üç gün, üç bin yıl her gece görsem bile asla!
Peki ama bizim gibi sıradan insanların bile saçmalık saydığı bir konuda, nasıl olur da bir peygamber biricik oğlunu kesmeye kalkar?
Hem de çok merhametli biri olduğu halde,
- Saçmalama! Değil üç gün, üç bin yıl her gece görsem bile asla!
Peki ama bizim gibi sıradan insanların bile saçmalık saydığı bir konuda, nasıl olur da bir peygamber biricik oğlunu kesmeye kalkar?
Hem de çok merhametli biri olduğu halde,
“ İbrahim gerçekten yufka yürekli bir insandı. Herkes için ah edip içini çeken, yalvarıp yakaran bir insan! Hud 11/75”
İnsanın kutsallığı üzerine Kabe’yi inşa eden böylesine yufka yürekli bir insan nasıl böyle bir işe kalkar? Üstelik de,
“ İhtiyar yaşımda bana İsmail ve İshakı bağışlayan Allah’a hamt olsun. İbrahim 14/39 ” ayetinde anlatıldığı gibi kurban etmek istediği evladına çok ileri bir yaşta kavuşmuşken! Üstelik de onu kendisine bizzat,
“ Bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik. Hud 11/71” diyen Allah hediye etmişken!
“ Bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik. Hud 11/71” diyen Allah hediye etmişken!
Kuran’ın anlattığı kurban gerçeğinin yeterince doğru anlaşılmadığını, daha doğrusu kurban hakkındaki doğru anlayışın kaybedildiğini düşünüyorum. Bu nedenle Haz. İbrahim ve kurban konusunu daha sonra tekrar geri dönmek üzere burada bırakıyor, Son Peygambere ve onun rüyalar hakkındaki anlayışına geçiyorum.
*
Peygamber diyor ki;
“ - Rüya üç çeşittir. Bir kısmı insanı üzmek için şeytanın vermiş olduğu korkulardır. Bir kısmı, kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeylerdendir ve bunları uykusunda görür. Bir kısım rüyalar da var ki, peygamberliğin kırk altıda biridir.” 1
“ - Rüya üç çeşittir. Bir kısmı insanı üzmek için şeytanın vermiş olduğu korkulardır. Bir kısmı, kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeylerdendir ve bunları uykusunda görür. Bir kısım rüyalar da var ki, peygamberliğin kırk altıda biridir.” 1
Bu üç çeşit rüya nasıl rüyalardır acaba? Peygamberin verdiği örneklerle anlamaya çalışacağım. Önce şeytandan gelen rüyalar!
“ Bir bedevi Peygambere gelip, - Rüyamda başımın kesildiğini, yerlerde yuvarlanırken kendimin de onun peşine düştüğünü gördüm, dedi. Peygamber, - Şeytan rüyanda seninle eğlenmiş. Sakın ha kimseye anlatma! dedi.” 2
Peygamber daha sonra bu tür kabus görenler için basit bir tavsiyede bulunur,
“- Rüya Allah’tandır. Kötü rüya şeytandandır. Sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah’a sığınsın. Böylelikle şeytan kendisine asla zarar veremeyecektir.” 3
“- Rüya Allah’tandır. Kötü rüya şeytandandır. Sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah’a sığınsın. Böylelikle şeytan kendisine asla zarar veremeyecektir.” 3
*
Şimdi de aklımızdan gelip geçen düşünceleri gördüğümüz rüyalara bir iki örnek!
Haz. Ömer’in oğlu Abdullah anlatıyor;
“Rüyamda cehennemi gördüm, duvarları kuyu duvarı gibi taşlarla örülüydü. Çok korktum ve rüyamı ablam Hafsa’ya anlattım. O da Peygambere anlatmış. Peygamber ablama,
- Kardeşin Abdullah ne iyi insandır. Bir de geceleri namaza kalksa! buyurmuş.” 4
“Rüyamda cehennemi gördüm, duvarları kuyu duvarı gibi taşlarla örülüydü. Çok korktum ve rüyamı ablam Hafsa’ya anlattım. O da Peygambere anlatmış. Peygamber ablama,
- Kardeşin Abdullah ne iyi insandır. Bir de geceleri namaza kalksa! buyurmuş.” 4
Abdullah bu rüyayı gördüğü günlerde on altı yaşlarında cenneti düşleyen bir gençtir. Cehennemin gelecekteki bir bilinmezlik olduğunu ve yalnızca Allah’ın bildiğini bilir mi acaba? Peygamber bu nedenle Abdullah’ın rüyasına özel bir anlam yüklemez, sadece tavsiyede bulunur. Bir de geceleri namaza kalksa, derken ne demek istediğini bilmiyorum . Hoş zaten şimdilik konumuz da değil.
Ve kimimizin aklından gelip geçen düşünceler bazen pek de nazik değildir ve Peygamber tiksinir,
Ve kimimizin aklından gelip geçen düşünceler bazen pek de nazik değildir ve Peygamber tiksinir,
“ Peygamber bir gün,
- Sizden bir rüya gören var mı? diye sordu. Cemaatten bir adam, evet ben gördüm dedi ve anlatmaya başladı.
- Sanki gökten inmiş bir terazi vardı. Siz ve Ebu Bekir tartıldınız, siz Ebu Bekir’den ağır geldiniz. Ebu Bekir’le Ömer de tartıldılar. Ebu Bekir ağır geldi. Sonra Ömer’le Osman tartıldılar. Ömer ağır bastı. Sonra terazi kaldırıldı, dedi. Adam sözünü bitirince Resulallah’ın mübarek yüzünde memnuniyetsizlik ifadesi gördük.” 5
- Sizden bir rüya gören var mı? diye sordu. Cemaatten bir adam, evet ben gördüm dedi ve anlatmaya başladı.
- Sanki gökten inmiş bir terazi vardı. Siz ve Ebu Bekir tartıldınız, siz Ebu Bekir’den ağır geldiniz. Ebu Bekir’le Ömer de tartıldılar. Ebu Bekir ağır geldi. Sonra Ömer’le Osman tartıldılar. Ömer ağır bastı. Sonra terazi kaldırıldı, dedi. Adam sözünü bitirince Resulallah’ın mübarek yüzünde memnuniyetsizlik ifadesi gördük.” 5
*
Ve şimdi de sıra peygamberliğe benzeyen rüyalarda...
“ Peygamber son hastalığında dostları ile konuşurken şöyle dedi,
- Benim vefatımdan sonra artık peygamberlik haberleri kesiliyor. Çünkü benden sonra peygamber yoktur. Size kalan ancak salih rüyalardır, buyurdu.” 6
- Benim vefatımdan sonra artık peygamberlik haberleri kesiliyor. Çünkü benden sonra peygamber yoktur. Size kalan ancak salih rüyalardır, buyurdu.” 6
Salih rüya, yani peygamberliğin kırk altıda biri. Ne demek bunlar?
Haz. Ayşe anlatıyor,
“ Peygambere vahiy gelmesi, salih rüyalar görmekle başladı. Hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi apaçık çıkmasın. Sonra kalbine bir yalnızlık duygusu yerleşti ve Hira mağarasına çekilir oldu.” 7
“ Peygambere vahiy gelmesi, salih rüyalar görmekle başladı. Hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi apaçık çıkmasın. Sonra kalbine bir yalnızlık duygusu yerleşti ve Hira mağarasına çekilir oldu.” 7
Hadisin altında verilen açıklamada sayın Kamil Miras şöyle der,
“ Peygamberin bu rüyaları da vahiyden sayılır ve bu hal altı ay devam etmiştir. Peygamberliği yirmi üç yıl sürdüğüne göre, salih rüya ile geçen peygamberlik süresi tüm Peygamberliğinin kırk altıda biri olur.
Ancak bu sözden, peygamberliğin artık rüyalarla devam ettiğini düşünmek ve gördüğümüz her iyi rüya ile Peygamberin kırk altıda biri kadar vahiy aldığımız sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Çünkü böyle bir düşünce bizim gördüğümüz rüyaları da vahiy mertebesine yükseltir ki çok tehlikelidir. Böyle düşünen bazıları peygamber olduklarını bile zannedebilirler. Oysa ki peygamberlik Onunla bitmiştir. Artık hiç kimse Onun ne gördüğünü bilemez ve Onun gördüğünü de göremez. Bunun böyle bilinmesini özellikle hatırlatırız.”
Ancak bu sözden, peygamberliğin artık rüyalarla devam ettiğini düşünmek ve gördüğümüz her iyi rüya ile Peygamberin kırk altıda biri kadar vahiy aldığımız sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Çünkü böyle bir düşünce bizim gördüğümüz rüyaları da vahiy mertebesine yükseltir ki çok tehlikelidir. Böyle düşünen bazıları peygamber olduklarını bile zannedebilirler. Oysa ki peygamberlik Onunla bitmiştir. Artık hiç kimse Onun ne gördüğünü bilemez ve Onun gördüğünü de göremez. Bunun böyle bilinmesini özellikle hatırlatırız.”
Salih rüyanın nasıl bir rüya olduğunu hâlâ anlamış değilim. Peygamberin gördüğü diğer rüyaları okusam anlar mıyım acaba?
“ Peygamber sık sık, sizden bir rüya gören yok mu, diye sorardı. Eğer varsa, görenler anlatırlardı. Bir sabah yine sordu,
- Sizden bir rüya gören yok mu? Kendisine,
- Bizden kimse bir şey görmedi! dediler. Bunun üzerine,
- Ama ben gördüm, dedi ve anlattı;
- Bu gece bana iki kişi gelip haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yerde yatan bir adamın yanına geldik. Başucunda, elinde kaya bulunan bir adam duruyordu. Adam bu kayayı yerde yatanın başına indirip onunla başını yarıyor, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam gidip taşı alıyor, ama yerdekinin başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, ve tekrar iyileşmesini bekliyordu. Beni getirenlere,
- Bu nedir? dedim. Dinlemeyip,
- Yürü, yürü! dediler. Yürüdük. Sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Kancayı adamın yüzüne takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde yüzünün diğer yarısını soyuyordu. Bu da diğeri gibi, adamın yüzü derileri iyileşinceye kadar bekliyor, sonra tekrar yüzmeye başlıyordu. Ben burada da,
- Sizden bir rüya gören yok mu? Kendisine,
- Bizden kimse bir şey görmedi! dediler. Bunun üzerine,
- Ama ben gördüm, dedi ve anlattı;
- Bu gece bana iki kişi gelip haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yerde yatan bir adamın yanına geldik. Başucunda, elinde kaya bulunan bir adam duruyordu. Adam bu kayayı yerde yatanın başına indirip onunla başını yarıyor, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam gidip taşı alıyor, ama yerdekinin başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, ve tekrar iyileşmesini bekliyordu. Beni getirenlere,
- Bu nedir? dedim. Dinlemeyip,
- Yürü, yürü! dediler. Yürüdük. Sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Kancayı adamın yüzüne takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde yüzünün diğer yarısını soyuyordu. Bu da diğeri gibi, adamın yüzü derileri iyileşinceye kadar bekliyor, sonra tekrar yüzmeye başlıyordu. Ben burada da,
- Bu nedir? dedim. Cevap vermeyip,
- Yürü, yürü! dediler.
- Yürü, yürü! dediler.
Tekrar yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp,
- Bunlar kimdir? diye sordum. Yine cevap vermeyip,
- Yürü, yürü! dediler. Yine yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam yüzerek kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp,
- Bu nedir? diye sordum. Cevap vermeyip yine,
- Yürü, yürü! dediler. Beraberce yine yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimse görülmemiştir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine,
- Bunlar kimdir? diye sordum. Yine cevap vermeyip,
- Yürü, yürü! dediler. Yine yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam yüzerek kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp,
- Bu nedir? diye sordum. Cevap vermeyip yine,
- Yürü, yürü! dediler. Beraberce yine yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimse görülmemiştir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine,
- Bu nedir? diye sordum. Cevap vermeyip,
- Yürü, yürü! dediler.
- Yürü, yürü! dediler.
Beraberce yürüdük. İçinde kocaman ağaçlar olan çiçekli bir bahçeye geldik. Bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine,
- Bunlar kimdir? dedim. Cevap vermeyip,
- Yürü, yürü! dediler.
- Bunlar kimdir? dedim. Cevap vermeyip,
- Yürü, yürü! dediler.
Yine yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de bundan daha güzel bir ağaç hiç görmedim. Arkadaşlarım,
- Ağaca çık! dediler.
- Ağaca çık! dediler.
Beraberce çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdi. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara,
- Gidin şu nehirde yıkanın! dediler.
- Gidin şu nehirde yıkanın! dediler.
Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki süt gibi, bembeyaz. Gidip içine dalıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı. Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar,
- Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır.
Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi.
- Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim.
- Şimdilik hayır! Ama mutlaka gireceksin, dediler. Ben,
- Geceden beri acayip şeyler gördüm, neydi bunlar? diye sordum,
- Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim.
- Şimdilik hayır! Ama mutlaka gireceksin, dediler. Ben,
- Geceden beri acayip şeyler gördüm, neydi bunlar? diye sordum,
- Sana anlatacağız, dediler ve anlattılar,
- Taşla başı yarılan o ilk gördüğün adam, Kuran’ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Yüzünün derisi soyulan adam, yalan söyleyen kimsedir. Fırın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam hak yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennem ateşinin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam Haz. İbrahim’di. Onun etrafındaki çocuklar ise, buluğa ermeden ölen çocuklardır.
Cemaatten biri hemen atılarak,
- Ey Allah’ın Resulü! Müşrik çocukları da mı? diye sordu. Resulallah,
- Taşla başı yarılan o ilk gördüğün adam, Kuran’ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Yüzünün derisi soyulan adam, yalan söyleyen kimsedir. Fırın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam hak yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennem ateşinin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam Haz. İbrahim’di. Onun etrafındaki çocuklar ise, buluğa ermeden ölen çocuklardır.
Cemaatten biri hemen atılarak,
- Ey Allah’ın Resulü! Müşrik çocukları da mı? diye sordu. Resulallah,
- Evet, dedi, müşrik çocukları da! Ve anlatmaya devam etti,
- Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi işlerle kötü işlerin her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.” 8
- Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi işlerle kötü işlerin her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.” 8
Buhari’den bir hadis okumuştum ve uydurma olup olmadığını bilmiyorum. Eğer uydurma ise mesele yok, Peygamber abuk sabuk rüyalar görmüyor demektir. Eğer uydurma değil de Peygamber gerçekten böyle bir hikaye anlatmışsa, ki bana göre anlatmış olmalıdır, üzerinde durup düşünmem gerekir.
Rüyasında başını alıp gezene, şeytan seninle dalga geçiyor diyen bir peygamber böyle saçma bir rüyayı nasıl görür? Diyelim ki gördü, kötü bir rüya gördüğünüzde sol tarafınıza tükürüp unutun dediği halde nasıl olur da anlatır?
Rüyasında başını alıp gezene, şeytan seninle dalga geçiyor diyen bir peygamber böyle saçma bir rüyayı nasıl görür? Diyelim ki gördü, kötü bir rüya gördüğünüzde sol tarafınıza tükürüp unutun dediği halde nasıl olur da anlatır?
Hayır! Son Peygamber o gece rüyasında gördüğü korkunç bir kabusu değil, cennet ve cehennemi anlatmaktadır.
Kime? Felsefeden, akıldan ve anlayıştan uzak, rüyalar aleminde yaşayan biz cahillere! Biz cahiller ki, din zannettiğimiz kendi hayallerimiz ile insanlığın doğru din anlayışını berbat etmekteyizdir ve Peygamber uyarıyor,
Kime? Felsefeden, akıldan ve anlayıştan uzak, rüyalar aleminde yaşayan biz cahillere! Biz cahiller ki, din zannettiğimiz kendi hayallerimiz ile insanlığın doğru din anlayışını berbat etmekteyizdir ve Peygamber uyarıyor,
“ - Her kim görmediği bir rüya için gördüm derse, kıyamet günü ona iki arpa tanesi verilir de onları düğümleyinceye kadar azaba uğrar.” 9
Abdullah bin Ömer’in duyduğu başka bir sözü ise daha serttir,
“ - Yalanların en büyüğü, rüyasında görmediği şeyi iki gözü ile görmek iddiasıdır.” 10
“ - Yalanların en büyüğü, rüyasında görmediği şeyi iki gözü ile görmek iddiasıdır.” 10
Siz hiç iki gözünüzle rüya gördünüz mü? Benim bildiğim uyurken insanın gözleri kapalıdır, ne demek bu? Yoksa Peygamber başka bir şey mi anlatmak istiyor..?
Evet, tam anladığınız gibi. Bu sözler, insanları rüyalarla etkileyip yönlendirmeye çalışan sahtekarları uyarıyor.
Arapça bir kelime olan rüyet, bakıp görmek, idrak edip düşünmek, akıl yürüterek görür gibi bilmek demektir. Rüyet kelimesinden türetilmiş olan rüya ise, uyku halinde hissedilen hayal demektir. Sadece bir hayal olduğu halde, rüyaları bu denli önemsememiz ve Peygamberin bu uyarısı nedendir acaba? Bunun nedenini ancak şimdi anlıyorum.
Anlıyorum ki rüyet çalışmayı düşünmeyi ve bilgiyi gerektiriyor, halbuki rüya tembel işi. Oysa ki ister güzel olsun ister çirkin, rüya aslı olmayan bir hayaldir. Eğer rüyalar gerçek olsaydı, hiç tabire ihtiyaç olur muydu? Güneşin doğuşunu gören kimse onu yorumlamaya kalkar mı?
Güzel bir rüya gören kimse bilir ki, ne peygamber olmuş ne de uçmuştur! Sadece bir rüya görmüştür. Çirkin bir şey gören kimse ise soluna tükürüp, yani hayale boş verip sağduyuya ve gerçeğe kulak vermelidir.
“ Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz.” 11 diyen Son Peygamber başka ne anlatmak istiyor olabilir ki?
Arapça bir kelime olan rüyet, bakıp görmek, idrak edip düşünmek, akıl yürüterek görür gibi bilmek demektir. Rüyet kelimesinden türetilmiş olan rüya ise, uyku halinde hissedilen hayal demektir. Sadece bir hayal olduğu halde, rüyaları bu denli önemsememiz ve Peygamberin bu uyarısı nedendir acaba? Bunun nedenini ancak şimdi anlıyorum.
Anlıyorum ki rüyet çalışmayı düşünmeyi ve bilgiyi gerektiriyor, halbuki rüya tembel işi. Oysa ki ister güzel olsun ister çirkin, rüya aslı olmayan bir hayaldir. Eğer rüyalar gerçek olsaydı, hiç tabire ihtiyaç olur muydu? Güneşin doğuşunu gören kimse onu yorumlamaya kalkar mı?
Güzel bir rüya gören kimse bilir ki, ne peygamber olmuş ne de uçmuştur! Sadece bir rüya görmüştür. Çirkin bir şey gören kimse ise soluna tükürüp, yani hayale boş verip sağduyuya ve gerçeğe kulak vermelidir.
“ Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz.” 11 diyen Son Peygamber başka ne anlatmak istiyor olabilir ki?
Peygamber yine şöyle diyordu,
“ - Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez.” 12
Kadın erkek, milyonlarca insan rüyasında peygamberleri görür. Zannediyor musunuz ki gördükleri yüz hep aynıdır? Peygamberi rüyada görmek demek, sözleri ve düşünceleriyle onu anlamak demek değil midir?
Galiba birileri bana Peygamberi yanlış anlatıyor.
Ya bana bir kasıtları var, ya Peygambere!
Rüyalar hakkındaki bu yorumun klasik yorumlardan biraz farklı olduğunu biliyorum. Acaba Kuran bunu destekler mi? Desteklermiş,
“ Abdullah bin Abbas, ( Sana gösterdiğimiz rüya ve Kuran’daki lânetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik. İsra, 60) ayetinde geçen rüya için şu açıklamayı yaptı,
- Bu rüya Peygamberin gözü ile görmesidir ki, Miraca yükseltildiği zaman görmüştür. Kuran’daki lânetlenmiş ağaç da zakkum ağacıdır.” 13
“ - Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez.” 12
Kadın erkek, milyonlarca insan rüyasında peygamberleri görür. Zannediyor musunuz ki gördükleri yüz hep aynıdır? Peygamberi rüyada görmek demek, sözleri ve düşünceleriyle onu anlamak demek değil midir?
Galiba birileri bana Peygamberi yanlış anlatıyor.
Ya bana bir kasıtları var, ya Peygambere!
Rüyalar hakkındaki bu yorumun klasik yorumlardan biraz farklı olduğunu biliyorum. Acaba Kuran bunu destekler mi? Desteklermiş,
“ Abdullah bin Abbas, ( Sana gösterdiğimiz rüya ve Kuran’daki lânetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik. İsra, 60) ayetinde geçen rüya için şu açıklamayı yaptı,
- Bu rüya Peygamberin gözü ile görmesidir ki, Miraca yükseltildiği zaman görmüştür. Kuran’daki lânetlenmiş ağaç da zakkum ağacıdır.” 13
Artık eminim. Salih rüya aklın gördüğü bir gerçeğin ta kendisi, yani rüyettir. Miraç, anlayışlarımızın gerçeğe ulaştığı yükselişimizdir. Lanetlenmiş zakkum da, güzel göründüğü halde zehirli olan boş hayallerimiz ve kötü davranışlarımızdır.
*
Çok dinlemiştim ama, binlerce yıllık eski bir rüyanın hikayesini şimdi bir daha okuyacağım. Ve biliyorum, bu defa ki farklı olacak!
Haz. İbrahim’in oğlu İshak’ın, Esav ve Yakup adında iki oğlu oldu. Sonra Yakup peygamber oldu ve onun on iki oğlu oldu. Yusuf en küçükleri ve baba Yakup onu diğerlerinden biraz daha çok seviyor. Genç Yusuf bir gün bir rüya gördü. Rüyasında, on bir yıldızla birlikte güneş ve ay kendisine secde ediyorlardı. Rüyasını babasına anlattı ve her şey ondan sonra başladı.
Rüyadaki on bir yıldız Yusuf’un kardeşlerini, güneş ve ay da babası ile annesini temsil ediyordu. Bu ne demek? O zamanlar peygamberlik babadan oğla geçtiğine göre, demek ki yeni peygamber Yusuf olacak ve kardeşlerinin üzerine yükselecek. Baba Yakup rüyaların gerçek olmadığını bilmez mi? Sevgili oğlunun niyetini anlayınca, rüyanın arka planında görülen bu büyüklenme nedeniyle oğlunu uyarmak ister. Kuran bu uyarıyı şöyle anlatır,
Rüyadaki on bir yıldız Yusuf’un kardeşlerini, güneş ve ay da babası ile annesini temsil ediyordu. Bu ne demek? O zamanlar peygamberlik babadan oğla geçtiğine göre, demek ki yeni peygamber Yusuf olacak ve kardeşlerinin üzerine yükselecek. Baba Yakup rüyaların gerçek olmadığını bilmez mi? Sevgili oğlunun niyetini anlayınca, rüyanın arka planında görülen bu büyüklenme nedeniyle oğlunu uyarmak ister. Kuran bu uyarıyı şöyle anlatır,
“ Rüyanı kardeşlerine anlatma. Şüphesiz şeytan, insan için açık bir düşmandır. Yusuf 12/5 ”
Ancak Muhiddin-i Arabi’ye göre, bu uyarı sırasında bir de hata yapar ve diğer oğullarına haksız bir zanda bulunarak şöyle der,
“Korkarım ki kardeşlerin sonra sana bir kötülük ederler. Yusuf 12/5 ”
Babasının sözlerini kendi isteği doğrultusunda yorumlayan genç Yusuf nasıl dayansın! Sonraki günlerde kardeşler arasındaki bu uçurum büyür ve bir gün olanlar olur. Yusuf’un haddi aştığına ve babalarının evlat ayrımı yaptığına iyice emin olan on bir kardeş daha fazla dayanamazlar ve ava çıktıkları bir gün genç Yusuf’u kör bir kuyuya terk edip dönerler. Ellerinde Yusuf’un hayvan kanına bulanmış gömleği, babalarına şöyle derler,
- Bir kaza oldu, Yusuf’u kurt yedi.
Yakup başına gelenleri anlayıp dövünmeye başlar ama olacak olan olmuştur. Artık Allah’a sığınıp sabretmekten başka bir yol yok.
Ya Yusuf? Kör kuyunun içinde geçen kabus dolu uzun saatler sonra Mısır’a giden bir kervan kuyunun yanında durur. Su almak için kuyuya ip attıklarında Yusuf’u görürler ve çekip çıkarırlar. Yusuf kurtulmuştur ama artık bir köledir.
Mısır’a vardıklarında, esir pazarında Yusuf’u satılığa çıkarırlar. Ne var ki genç ve yakışıklı olmasına rağmen, Yusuf’un talibi çok olmaz. Nihayet akşama doğru yok pahasına satarlar. Kuran Yusuf’un pazardaki hâlini şöyle anlatır,
“ Onu birkaç paraya sattılar. Ona rağbet etmediler. Yusuf 12/20”
- Bir kaza oldu, Yusuf’u kurt yedi.
Yakup başına gelenleri anlayıp dövünmeye başlar ama olacak olan olmuştur. Artık Allah’a sığınıp sabretmekten başka bir yol yok.
Ya Yusuf? Kör kuyunun içinde geçen kabus dolu uzun saatler sonra Mısır’a giden bir kervan kuyunun yanında durur. Su almak için kuyuya ip attıklarında Yusuf’u görürler ve çekip çıkarırlar. Yusuf kurtulmuştur ama artık bir köledir.
Mısır’a vardıklarında, esir pazarında Yusuf’u satılığa çıkarırlar. Ne var ki genç ve yakışıklı olmasına rağmen, Yusuf’un talibi çok olmaz. Nihayet akşama doğru yok pahasına satarlar. Kuran Yusuf’un pazardaki hâlini şöyle anlatır,
“ Onu birkaç paraya sattılar. Ona rağbet etmediler. Yusuf 12/20”
Hikayenin bundan sonraki bölümlerini kısa geçiyorum. Satın alan kimse firavunun bir danışmanına köle olarak hediye eder. Peygamber kral olacağını hayal eden Yusuf artık bir Mısırlının kölesidir. Kuran, Yusuf’un daha önceleri yeterli olgunlukta olmadığını ve kölelikte geçen bu süre içinde olgunlaştığını şu ayetle anlatır,
“ Yusuf gerekli olgunluğa erişince, ona hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Güzel düşünüp güzel davrananları biz işte böyle ödüllendiririz. Yusuf 12/22 ”
Sonra bir gün, efendisinin karısı Yusuf’a aşık olarak onu elde etmek ister. Ne var ki Yusuf artık olgunlaşmıştır ve ekmek yediği kapıya ihanet etmenin Allah’a ihanet etmek demek olduğunu bilmektedir. Kadına verdiği cevaplar Kuran’da ayettir,
“ Yusuf gerekli olgunluğa erişince, ona hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Güzel düşünüp güzel davrananları biz işte böyle ödüllendiririz. Yusuf 12/22 ”
Sonra bir gün, efendisinin karısı Yusuf’a aşık olarak onu elde etmek ister. Ne var ki Yusuf artık olgunlaşmıştır ve ekmek yediği kapıya ihanet etmenin Allah’a ihanet etmek demek olduğunu bilmektedir. Kadına verdiği cevaplar Kuran’da ayettir,
“ Yusuf, - Allah’a sığınırım, Rabb’im beni güzel bir barınağa kavuşturmuştur. Zalimler iflah etmez, dedi. Yusuf 12/23”
“ Yusuf dedi, - Rabb’im! Benim için zindan, bunların beni çağırdığı şeyden daha iyidir. Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan, onlara meyleder de cahillerden olurum. Yusuf 12/33”
Reddedince, kadın tarafından iftiraya maruz kalır ve hapse atılır. Yedi yıl süren bu hapis hayatının, yine rüyaları anlatan bir hatırası daha vardır. Hapisteki arkadaşlarından biri firavunun şarapçısıdır ve bir gün bir rüya görür. Rüyasında, yine şarap yapmakta ve firavuna ikram etmektedir. Rüyasını anlatınca Yusuf şöyle der,
- Buradan kurtulacaksın ve eskisi gibi firavuna hizmet edeceksin. Diğeri de firavunun ekmekçisidir. Yusuf’un güzel sözler söylediğini duyunca bir tane de o anlatır. Anlattığına göre, başının üzerindeki tepside firavuna ekmek taşımakta ve kuşlar tepsiden ekmek yemektedir. Yusuf ekmekçiye bakarken düşünür; Firavunun ekmeklerinden mi sorumlu, yoksa Allah’ın kuşlarından mı? Galiba biraz hırslı, biraz da sorumsuz biri. Rüya görüp görmediği bir yana, baksana sorumlu olduğu ekmeklerin yağmalandığı aklına bile gelmiyor.
- Sen asılacaksın ve başına kuşlar üşüşecek!
Ekmekçi bu tabir üzerine, aslında böyle bir rüya görmediğini söyler ama Haz. Yusuf’un cevabı şudur;
- Artık tabir edildi!
Aslında rüyayı bencil davranışıyla ilk tabir eden, ekmekçi kendisidir. Gerçekten ekmekçi asılır, şarapçı kurtulur. Hapisten çıkarken Yusuf şarapçıya şöyle der,
- Çıkınca beni unutma! Firavuna suçsuz olduğumu söyle.
Ne var ki kuldan medet umarken Allah’ı hatırlamayı unutmuştur ve şarapçı unutur. Ta ki firavun, kimselerin tabir edemediği garip bir rüya görünceye kadar! Firavun rüyasında, yedisi zayıf yedisi dolgun buğday başakları ile, yedisi zayıf yedisi semiz inekler görmektedir ve zayıf inekler semiz inekleri yemektedir. Kuran, firavunun çevresinde bulunan akıllı danışmanlarının şöyle dediklerini bildirir,
“- Bunlar karışık hayallerden başka bir şey değil! Bizler hayallerin yorumu ile uğraşan kimseler değiliz. Yusuf 12/44”
Ancak firavun tatmin olmaz. Çünkü gerçekte böyle bir rüya görmemiştir ve ne söylediğini bilmektedir. Bu bir imtihandır ve o ne anlattığını anlayacak bir yardımcı aramaktadır. Kimseler tabir edemeyince şarapçı o vakit Yusuf’u hatırlar.
Yusuf ise artık büyüyüp olgunlaşmış, rüyaların tabii gerçekle açıklanmadıkları sürece hiçbir anlam ifade etmediklerini, aksine insanın başını belaya soktuklarını anlamıştır. Rüyayı değil, doğal yaşamın ezelden beri yaşanan kaçınılmaz çelişkisini tabir eder.
“- Yedi yıl bolluk, sonra da yedi yıl kıtlık olacak! Bu yedi kıtlık yılında, bolluk yıllarında saklananlar yenecek. Yusuf 12/47”
Kendi vezirlerinin dile getirdiği hayal gerçeğini reddeden firavun, Haz. Yusuf’un sözlerindeki doğal gerçekle aradığını bulduğunu anlar. Onu hapisten çıkarıp, maliye bakanı mertebesinde bir görevle Mısır’a vezir tayin eder.
- Buradan kurtulacaksın ve eskisi gibi firavuna hizmet edeceksin. Diğeri de firavunun ekmekçisidir. Yusuf’un güzel sözler söylediğini duyunca bir tane de o anlatır. Anlattığına göre, başının üzerindeki tepside firavuna ekmek taşımakta ve kuşlar tepsiden ekmek yemektedir. Yusuf ekmekçiye bakarken düşünür; Firavunun ekmeklerinden mi sorumlu, yoksa Allah’ın kuşlarından mı? Galiba biraz hırslı, biraz da sorumsuz biri. Rüya görüp görmediği bir yana, baksana sorumlu olduğu ekmeklerin yağmalandığı aklına bile gelmiyor.
- Sen asılacaksın ve başına kuşlar üşüşecek!
Ekmekçi bu tabir üzerine, aslında böyle bir rüya görmediğini söyler ama Haz. Yusuf’un cevabı şudur;
- Artık tabir edildi!
Aslında rüyayı bencil davranışıyla ilk tabir eden, ekmekçi kendisidir. Gerçekten ekmekçi asılır, şarapçı kurtulur. Hapisten çıkarken Yusuf şarapçıya şöyle der,
- Çıkınca beni unutma! Firavuna suçsuz olduğumu söyle.
Ne var ki kuldan medet umarken Allah’ı hatırlamayı unutmuştur ve şarapçı unutur. Ta ki firavun, kimselerin tabir edemediği garip bir rüya görünceye kadar! Firavun rüyasında, yedisi zayıf yedisi dolgun buğday başakları ile, yedisi zayıf yedisi semiz inekler görmektedir ve zayıf inekler semiz inekleri yemektedir. Kuran, firavunun çevresinde bulunan akıllı danışmanlarının şöyle dediklerini bildirir,
“- Bunlar karışık hayallerden başka bir şey değil! Bizler hayallerin yorumu ile uğraşan kimseler değiliz. Yusuf 12/44”
Ancak firavun tatmin olmaz. Çünkü gerçekte böyle bir rüya görmemiştir ve ne söylediğini bilmektedir. Bu bir imtihandır ve o ne anlattığını anlayacak bir yardımcı aramaktadır. Kimseler tabir edemeyince şarapçı o vakit Yusuf’u hatırlar.
Yusuf ise artık büyüyüp olgunlaşmış, rüyaların tabii gerçekle açıklanmadıkları sürece hiçbir anlam ifade etmediklerini, aksine insanın başını belaya soktuklarını anlamıştır. Rüyayı değil, doğal yaşamın ezelden beri yaşanan kaçınılmaz çelişkisini tabir eder.
“- Yedi yıl bolluk, sonra da yedi yıl kıtlık olacak! Bu yedi kıtlık yılında, bolluk yıllarında saklananlar yenecek. Yusuf 12/47”
Kendi vezirlerinin dile getirdiği hayal gerçeğini reddeden firavun, Haz. Yusuf’un sözlerindeki doğal gerçekle aradığını bulduğunu anlar. Onu hapisten çıkarıp, maliye bakanı mertebesinde bir görevle Mısır’a vezir tayin eder.
Dediğim gibi hikaye uzundur. Kıtlık yılları gelince Yusuf’un kardeşleri Mısır’a buğday almaya gelirler. Haz. Yusuf, kendini beğenen ve kardeşlerini aşağılayan bir çocuk olarak ayrıldığı ailesine olgunlaşmış bir vezir olarak kavuşmuştur. Yaptığı hatadan sonra ağlamaktan gözleri kör olan babası Yakup’a sarılırken, hem kendisinin hem de kardeşlerinin vaktiyle hata yaptıklarını itiraf ederek şöyle der,
“ - İşte bu rüyamın tabiridir. Rabb’im onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkardı sizi de çölden getirdi. Rabb’im muhakkak dilediğine ihsan edendir. Yusuf 12/100”
“ - İşte bu rüyamın tabiridir. Rabb’im onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkardı sizi de çölden getirdi. Rabb’im muhakkak dilediğine ihsan edendir. Yusuf 12/100”
Haz. Yusuf’un hikayesi işte budur. Kuran bu hikaye için şöyle der,
“ Ant olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin bu hikayesinde arayış içinde olan kimseler için ibretler, işaretler vardır. Yusuf 12/7”
“ Ant olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin bu hikayesinde arayış içinde olan kimseler için ibretler, işaretler vardır. Yusuf 12/7”
Kim ne arar, kime ne anlatır bilmem ama, bana anlattığı rüyaların nefsimizden gelen bir hayal, akıl tedbir ve çalışmanın en gerçek rüya olduğudur. Yusuf’un bu hikayesinden rüyaların önemli olduğu sonucunu çıkaranlara şaşıyorum. Böyle düşünenler ya okumuyor, ya da Kuran’ı düşünmüyor olmalıdır. Kuran’daki bu ayetler büyüklenme ve boş hayallerle dolu bir rüyaya inanmanın kölelik ve acıyla sonuçlandığını, kişinin ancak akıl ve gayretle maksadına ulaştığını anlatmıyor mu?
Eminim ki gören kim olursa olsun, tövbe edip gerçeğe dönmedikçe hiçbir rüya asla gerçekleşemez. Nitekim Kuran da şöyle demiyor mu?
“Allah âlemi gerçekler üzerine yarattı. Enam 6/73”
“Allah âlemi gerçekler üzerine yarattı. Enam 6/73”
Aslında, rüyaların gerçeği örten bir tehlike olduğu ve bunun çok eskiden beri bilindiği Tevrat’ta da yazılıdır.
“ Eğer aranızdan bir peygamber yahut rüya gören biri çıkarsa, ve bilmediğiniz ilahlara kulluk etmenizi isterse, o peygamberi yahut rüya göreni dinlemeyeceksin. Çünkü sizi Allah’ın emrettiği doğru yoldan ayırmaktadır. O peygamberi yahut rüya göreni mutlaka öldüreceksiniz, aranızdan kötülüğü atacaksınız. Tesniye 12/31”
*
Haz. Yusuf gençliğin hevesine mağlup olup da böyle bir rüya görmeseydi, baba Yakup duygusal davranarak diğer oğullarını tahrik etmeseydi bütün bunlar yine olur muydu? Yoksa bütün bu olup bitenler kaçınılmaz bir kader midir?
Kader konusu hakkında fazla bilgim yok ama, Kuran bu konuda şöyle der;
“ Sana gelen iyilikler Allah’tan, karşılaştığın kötülükler ise kendi nefsindendir. Nisa 4/79”
“ Sana gelen iyilikler Allah’tan, karşılaştığın kötülükler ise kendi nefsindendir. Nisa 4/79”
Haz. Yusuf , nefsine hoş gelen kötü bir rüyaya inanmanın bedelini ağır ödemiştir.
Fakat hangimiz hiç hata yapmadan yaşayabilir, kötülükten nereye kadar kaçabiliriz? Allah aynı surede, her şeyin kader kavramı içinde olup bittiğini bildirerek bizi teselli eder,
“ Allah kendi emrinin galibidir, fakat insanların çoğu bilmiyor. Yusuf 12/21”
Fakat hangimiz hiç hata yapmadan yaşayabilir, kötülükten nereye kadar kaçabiliriz? Allah aynı surede, her şeyin kader kavramı içinde olup bittiğini bildirerek bizi teselli eder,
“ Allah kendi emrinin galibidir, fakat insanların çoğu bilmiyor. Yusuf 12/21”
Tedbir aldığımız halde önüne geçemediğimiz her şey, bizim mecbur olduğumuz kaderimizdir. Kuran bu kader anlayışını başka bir surede şöyle açıklar,
“ Yeryüzünde olan ve kendi başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta belirlenmiş olmasın. Bu, Allah için çok kolaydır. Böyle yapılmıştır ki, elinizden çıkana üzülüp ümitsizliğe düşmeyesiniz ve Allah’ın size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünenlerin hiçbirini sevmez. Hadid 57/22”
Kader, ezeli ve ebedi sonsuzluğa ait bir bilinmezliktir. Yaşamın içinde bize düşen edepli ve tedbirli olmaya çalışmak, hayallerle gerçekleri ayırabilmektir.
Ekmekçinin kuşları, Haz. Yakup’un gözyaşları ve Haz. Yusuf’un çektiği eziyet, bize ibrettir.
Ekmekçinin kuşları, Haz. Yakup’un gözyaşları ve Haz. Yusuf’un çektiği eziyet, bize ibrettir.
*
Rüyalar konusuna Haz. İbrahim’le başlamıştım. Şimdi İbrahim’e tekrar geri dönüyorum.
İshak’ı gerçekten kurban etmek istemiş miydi?
Bu önemli soruya cevap aramadan önce, kurbanın tarihçesi hakkında bilgi toplamalıyım.
“ Kurban, hemen hemen bütün dinlerde canlılığın ve onun yok edilemez Tanrısal gücünün kutsanması anlamına gelir. Kurbanın canı canlılığın tanrısal kaynağına dönerken, kurbanı sunanla Tanrı arasında kutsal bir güce dönüşür ve yaşamın kaynağını yenileyip tazeler. Başka bir deyişle, yaşam yaşamla beslenir. Kurban ayinleri pek çok değişik biçim ve amaç taşımasına karşılık hepsinin temel anlamı Tanrı ile etkili bir ilişki kurmak, insanın kutsal düzendeki yerini pekiştirmektir. Kurban geleneğinin dinsel bilinçte derin kökleri vardır ve henüz tam olarak açıklanabilmiş değildir.
Tanrıyla bütünleşmek amacıyla yapılan bu törenlerin eski çağlardaki en değerli kurbanı insandı. İnsan, bazen kefaret bazen de bereket amacı ile kurban ediliyordu ve tarihte çeşitli örnekleri vardır.
Afrika’daki bazı bölgelerde, ölenlerin kölelerinden bazıları ölenle birlikte canlı olarak, veya öldürülerek efendilerinin altına gömülürlerdi. Fon kabilesi krallarının ölümü dolayısıyla çok gösterişli insan kurban etme törenleri düzenlerlerdi. Asantiler de, turfanda şenliklerinde genellikle suçluları ve köleleri kurban ederlerdi.
Keza Peru ve Kuzey Amerika’daki bazı yerli kabileleri arasında da insan kurban edildiği biliniyor. Meksika’daki Aztek kültüründe de güneşin insanla beslendiğine inanılır ve her yıl yapılan mısır şenliklerinde binlerce insan kurban edilirdi. Bu tür toplu kurbanlar İnka kültüründe de olmakla birlikte, kralların tahta çıkışıyla sınırlıydı.
Hindistan’da Vedalar döneminde, Tanrıça Kali’nin müritleri her cuma akşamı bir erkek çocuk kurban ederlerdi. İnsan kurban etme geleneği, Japonya’da da vardı ve orta çağın başlarına dek sürdü. Çin’de de krallar maiyetleri ile birlikte gömülürlerdi ve bu gelenek 17. yüzyıla kadar aralıklarla devam etti.
Arkeolojik kazılar, aynı geleneğin Mısır ve Ortadoğu’da da mevcut olduğunu gösterdi. Eski Asur’da ve İsrail oğullarında bazen erkek çocukların yakılarak kurban edildiği bilinmektedir.” 14
Tanrıyla bütünleşmek amacıyla yapılan bu törenlerin eski çağlardaki en değerli kurbanı insandı. İnsan, bazen kefaret bazen de bereket amacı ile kurban ediliyordu ve tarihte çeşitli örnekleri vardır.
Afrika’daki bazı bölgelerde, ölenlerin kölelerinden bazıları ölenle birlikte canlı olarak, veya öldürülerek efendilerinin altına gömülürlerdi. Fon kabilesi krallarının ölümü dolayısıyla çok gösterişli insan kurban etme törenleri düzenlerlerdi. Asantiler de, turfanda şenliklerinde genellikle suçluları ve köleleri kurban ederlerdi.
Keza Peru ve Kuzey Amerika’daki bazı yerli kabileleri arasında da insan kurban edildiği biliniyor. Meksika’daki Aztek kültüründe de güneşin insanla beslendiğine inanılır ve her yıl yapılan mısır şenliklerinde binlerce insan kurban edilirdi. Bu tür toplu kurbanlar İnka kültüründe de olmakla birlikte, kralların tahta çıkışıyla sınırlıydı.
Hindistan’da Vedalar döneminde, Tanrıça Kali’nin müritleri her cuma akşamı bir erkek çocuk kurban ederlerdi. İnsan kurban etme geleneği, Japonya’da da vardı ve orta çağın başlarına dek sürdü. Çin’de de krallar maiyetleri ile birlikte gömülürlerdi ve bu gelenek 17. yüzyıla kadar aralıklarla devam etti.
Arkeolojik kazılar, aynı geleneğin Mısır ve Ortadoğu’da da mevcut olduğunu gösterdi. Eski Asur’da ve İsrail oğullarında bazen erkek çocukların yakılarak kurban edildiği bilinmektedir.” 14
Kurban hakkındaki bu alıntılardan öğrendiğim şu ki, Haz. İbrahim insanın kurban edildiği o kabus dolu günleri yaşamıştır. Hem de geceleri rüyalarına girecek kadar. Peki, oğlu İshak’ı gerçekten kurban etmek istemiş miydi? Bakalım istemiş mi, isteyebilir mi?
Bu önemli sorunun cevabını Kuran ve Tevrat birlikte veriyorlar. Önce Kuran cevaplıyor,
“ Allah’a ortak koştukları putlar, sapıtanlardan bir çoğuna öz evlatlarını bile öldürmeyi güzel göstermiştir ki, hem onları yok etsinler hem de dinlerini karmakarışık bir hâle getirsinler. Enam 6/137”
Bu da Tevrat’ın cevabı,
“ Bu milletler ilahlarına nasıl kulluk ediyorlar? Sakın sen öyle yapma! Çünkü onlar Rabb’in nefret ettiği mekruh bir şeyi yapar, ilahları için, oğullarını ve kızlarını bile ateşte yakarlar. Tesniye 12/31”
“ Bu milletler ilahlarına nasıl kulluk ediyorlar? Sakın sen öyle yapma! Çünkü onlar Rabb’in nefret ettiği mekruh bir şeyi yapar, ilahları için, oğullarını ve kızlarını bile ateşte yakarlar. Tesniye 12/31”
Haz. İbrahim’in oğlunu gerçekten kesmek üzere olduğuna inananlara hayret ediyorum. Halk okumadığı için anlatılanlara inanıyor olabilir, peki ya okuyanlara, bilmesi lazım gelenlere ne demeli?
Muhiddin-i Arabi’nin de buna inananlardan biri olduğunu öğrendiğimde doğrusu çok şaşırmıştım. Fusüs’ül Hikem’in rüyalar konusunu işlediği İshak bölümünde şöyle diyor;
“ Rüyalar bir hayal alemidir ve çeşitli şekillerde belirirler. Bu nedenledir ki hayal aleminde beliren bir şekil, gerçek âlemde ona tekabül eden başka bir şekil ile tabire muhtaçtır. Tabir, görünen hayali başka manalarla açıklamak demektir. Allah, işte bu açık bir imtihandır diyerek İbrahim’in tabir ilmini bilip bilmediğini sınamıştı. İbrahim ise rüyasını tabir etmeyi bilemedi ve gördüğü hayali gerçek sanarak oğlunu kesmeye kalktı. Halbuki hayal aleminde oğlu olarak gördüğü şey, Allah katında bir koç idi.” 15
Hayır Usta! Ustam bile olsan bu görüşlerine katılamam. Haz. İbrahim’in; Ey oğlum rüyamda seni kestiğimi görüyorum derken, “ Ey oğul, insanların evlatlarını kurban ettiğini görüyorum. Bu bir rüya olmalı! ” demek istediğini duyar gibiyim.
Uzun zamandır tartışılan bu konuda, bir açık oturumda dinlediğim Sn. Hüseyin Hatemi’nin düşüncelerine katılıyorum. Haz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban mahalline götürürken her şeyi baştan planladığını, yardımcılarının besili bir koçu çalılığın ardında bekletmekte olduklarını hayal ediyorum. Gökyüzünden indirilen bu koçun, Haz. İbrahim’in anlayışına indirilen bir koç düşüncesi olduğundan hiç şüphem yok.
Peki Haz. İbrahim böyle bir rüya görmedi mi? Görmez olur mu! Büyükbaba insanlığın yaşamakta olduğu büyük bir trajediyi seyretmekte ve gördükleri gece rüyalarına bile girmektedir. Üstelik bu rüyanın üç beş gece değil yıllarca sürdüğü, ayetin; “ Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince İbrahim dedi ki,” ifadesinden de belli olmuyor mu?
Peki Haz. İbrahim böyle bir rüya görmedi mi? Görmez olur mu! Büyükbaba insanlığın yaşamakta olduğu büyük bir trajediyi seyretmekte ve gördükleri gece rüyalarına bile girmektedir. Üstelik bu rüyanın üç beş gece değil yıllarca sürdüğü, ayetin; “ Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince İbrahim dedi ki,” ifadesinden de belli olmuyor mu?
Haz. İbrahim’in büyük rüyası gerçekte büyük bir rüyetti. İnsanlık inancı, çocuklarını öldürmek pahasına büyük bir ölüm oyunu oynuyor ve bunu kutsallığına inanarak yapıyordu. İbrahim ise bunun nedenlerini biliyor, yaşanan bu korkunç gerçeği yalan bir rüyaya çevirmek istiyordu.
Şimdi çoğumuz unutmuşuzdur ama, Haz. İbrahim’in ne bildiğini ve ne yapmak istediğini meğer Son Peygamber de biliyormuş ve kurban işinin iç yüzünü şöyle açıklıyor;
“ Kıyamet günü cennetlikler ve cehennemlikler belli olduktan sonra, ölüm alacalı bir koç suretinde getirilecek. Bir ses;
- Ey cennet halkı! diyerek seslenecek. Cennetlikler bakacaklar, sesin sahibi soracak;
- Bunu bilir misiniz?
- Evet biliriz, bu ölümdür.
Sonra sesin sahibi yine seslenir;
- Ey cehennem halkı!
Cehennemlikler bakacaklar, sesin sahibi yine soracak;
- Bunu bilir misiniz?
- Evet biliriz, bu ölümdür.
Sonra koç suretindeki ölüm cennetle cehennem arasında boğazlanıp öldürülür ve ses her iki tarafa şöyle seslenir;
- Ey cennet halkı! Artık size ölüm yoktur, ebediyen yaşayacaksınız. Ey Cehennem halkı artık size de ölüm yoktur, siz de ebediyen yaşayacaksınız.
Ve cehennemlikler derin bir hüzün içindeyken, sesin sahibi Kuran’ın şu ayetini okur;
(Ey Elçi! Sen onları ah çekecekleri pişmanlık günü gelmeden önce uyar. Meryem 19/39 ).” 16
- Ey cennet halkı! diyerek seslenecek. Cennetlikler bakacaklar, sesin sahibi soracak;
- Bunu bilir misiniz?
- Evet biliriz, bu ölümdür.
Sonra sesin sahibi yine seslenir;
- Ey cehennem halkı!
Cehennemlikler bakacaklar, sesin sahibi yine soracak;
- Bunu bilir misiniz?
- Evet biliriz, bu ölümdür.
Sonra koç suretindeki ölüm cennetle cehennem arasında boğazlanıp öldürülür ve ses her iki tarafa şöyle seslenir;
- Ey cennet halkı! Artık size ölüm yoktur, ebediyen yaşayacaksınız. Ey Cehennem halkı artık size de ölüm yoktur, siz de ebediyen yaşayacaksınız.
Ve cehennemlikler derin bir hüzün içindeyken, sesin sahibi Kuran’ın şu ayetini okur;
(Ey Elçi! Sen onları ah çekecekleri pişmanlık günü gelmeden önce uyar. Meryem 19/39 ).” 16
Eski kültürlerde, küçücük çocukların neden boğazlanarak öldürüldüğünü şimdi anlıyorum. Meğer zavallılar bunu ölümsüzlük inancını yaşatmak üzere yapıyorlarmış.
Haz. İbrahim’in bizi bu kör karanlıkların içinden ustaca nasıl çekip çıkardığını görüyor musunuz? Esasen Allah’ın kendisini anmamız için bıraktırdığı ona yakışan bir hatıra, apaçık bir imtihan, başka ne olabilirdi ki?
*
Olaylar çok anlayışlar sınırsız olunca, sorular da bitmez tükenmez olur. İşte onlardan sık sorulan biri daha!
Eğer böyle ise Haz. İbrahim niçin çocuğun korkacağını düşünmemiş, niçin gerçekten kesecekmiş gibi davranmıştır?
Çocuğun babasının gerçek niyetinden habersiz olduğunu ve korktuğunu kim iddia ediyor? Yoksa böyle düşünenler Kuran’a değil de, ballandıra ballandıra bıçağın nasıl bilenip boğaza dayandığını anlatan anlayış fakiri vaizlere mi inanıyor? Görmediniz mi Kuran ne diyor,
- Ey oğlum, rüyamda seni kestiğimi görüyorum. Sen bu işe ne dersin?
- Ey oğlum, rüyamda seni kestiğimi görüyorum. Sen bu işe ne dersin?
Müslümanlar! Siz bu işe ne dersiniz?
Bırakın herhangi bir konuda çocuğunun düşüncesini almayı, bırakın şeker alıp sevindirmeyi, çocuğunun başını okşamayı bile çok gören bir anlayıştan Kuran’ı ve Haz. İbrahim’i anlaması beklenebilir mi?
Hiç şüphem yok ki kestiğimiz en makbul hayvan önüne geçtiğimiz kendi hayvanlığımız, kendi bilgisizliğimizdir. Yoksa kesilen hayvanların ne etlerinin, ve ne de kanlarının Allah’a ulaşmadığını herkes bilir.(Hac 22/37)
Hiç şüphem yok ki kestiğimiz en makbul hayvan önüne geçtiğimiz kendi hayvanlığımız, kendi bilgisizliğimizdir. Yoksa kesilen hayvanların ne etlerinin, ve ne de kanlarının Allah’a ulaşmadığını herkes bilir.(Hac 22/37)
*
Takkecinin rüyası ne mi anlatıyordu? Çok basitmiş.
Takkecinin rüyası da Yahya efendinin Beykoz rüyasına benziyor. Ne İstanbul’da, ne Bağdat’ta böyle rüyalar görülmedi. Ya Takkeci bir âlimdi, ya da bir âlim bir hikaye anlattı. Anlatmak istediği, hayalleri gerçeğe çevirmek için çalışmak gerektiğidir. Düşünsenize, bin zahmet Bağdat’a gidenle Bağdat’ta rahat oturan bir midir?
Takkecinin rüyası da Yahya efendinin Beykoz rüyasına benziyor. Ne İstanbul’da, ne Bağdat’ta böyle rüyalar görülmedi. Ya Takkeci bir âlimdi, ya da bir âlim bir hikaye anlattı. Anlatmak istediği, hayalleri gerçeğe çevirmek için çalışmak gerektiğidir. Düşünsenize, bin zahmet Bağdat’a gidenle Bağdat’ta rahat oturan bir midir?
Yoksa yanlış mı düşünüyorum? Yoksa hikayenin anlatmak istediği imanla ilgili bir şey mi? Takkeci inandı ve kazandı, kahveci inanmadı ve kaybetti. Hangisi doğru..?
Galiba bu konuyu tekrar çalışmam gerekecek.
Aramızda kalsın, ben bu peygamberleri sevmeye başladım. Bunlar benim dilimden konuşuyor. Bu sözler, beni Allahsız bırakan bir dinin sözleri değil. Kim bilir bilmediğim daha ne yalanlar var!
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 272
2 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 10 106
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 58
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 29
5 Sünen-i Tirmizi / Rüya Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1997 10 2288
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 274
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 10
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 597
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 284
10 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 285
11 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 118
12 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 278
13 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 75
14 Ana Britannica Ansiklopedi Ana Yayıncılık / 1988 14 72
15 M. Arabi Fusüs’ül Hikem Nuri Gençosman Milli Eğitim Bakanlığı/ 1992 Tek kitap 88
16 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 133
***
Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 272
2 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 10 106
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 58
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 29
5 Sünen-i Tirmizi / Rüya Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1997 10 2288
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 274
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 10
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 597
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 284
10 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 285
11 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 4 118
12 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 278
13 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 75
14 Ana Britannica Ansiklopedi Ana Yayıncılık / 1988 14 72
15 M. Arabi Fusüs’ül Hikem Nuri Gençosman Milli Eğitim Bakanlığı/ 1992 Tek kitap 88
16 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 133
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder