31. Vazgeçtik Allah'ım

Ömer’e çok mu yüklendim? Böyle düşünenler varsa kusura bakmasınlar ama henüz Ömer’le işim bitmedi. 

Hayır, maksadım büyük halifeye dil uzatmak değil, esasen bu haddim de değil. Sadece Kuran ve hadis yorumlarında yanlış olduğuna inandığım birkaç anlayışa dikkat çekmek istiyorum. Ve eminim haberi olsaydı, bundan Haz. Ömer başta kendisi memnun olurdu.

Bir hadiste Haz. Ömer’in oğlu Abdullah şunları anlatıyor;

“ Babam Ömer Peygamberin huzurunda sürekli, 
- Allah’ım içki hakkındaki emrini bize bildir, diye dua ederdi. Bunun üzerine Bakara suresinin, ( Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki, bunların ikisinde de büyük günah var. İnsanlar için faydaları da var ama zararları faydasından daha büyüktür. Bakara 2/219 ) ayeti indirildi. Bu ayet Ömer’e okunduğunda o yine, 
- Allah’ım içki hakkındaki açık ve kesin hükmünü bildir, diye duada bulundu. Bunun üzerine Nisa suresinin, ( Ey iman edenler, sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Nisa 4/43 ) ayeti indirildi. Ayet Ömer’e okundu o yine, 
- Allah’ım kesin hükmünü bildir, dileğinde bulundu. Bu defa Maide suresindeki, (Şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Nasıl, artık vazgeçtiniz değil mi? Maide 5/91) ayeti indirildi. Bu ayet de Ömer’e okundu. Ömer ayetin sonundaki, ( Nasıl, artık vazgeçtiniz değil mi?) istifhamı karşısında şöyle dedi, 
- Vazgeçtik Allah’ım.” 1

Ve hadisin altında sayın Kamil Miras’ın bir açıklaması;
“Araplar içkiye düşkünlerdi. Arabistan’da çok içki içilir, en büyük Arap şairleri içkiden ilham alırlardı. Önceleri İslam’da da serbest idi. Buna rağmen Ömer eskiden beri içkiyi sevmez, içmez ve içilmesini de istemezdi. Bu konuda Peygamberi sık sık uyarır, Allah’ın içkiyi yasaklaması için sürekli dua ederdi. Muaz bin Cebel ve bazı kimseler de onun gibi düşünüyorlardı. Ancak Arapları içki alışkanlığından birdenbire koparmak doğru bir davranış olmazdı. İçki bu nedenle yavaş yavaş yasaklanmış ve nihayet üçüncü ayetle kesin olarak yasaklanmıştır. Mekke yıllarından beri aradığı yasağı bulan Ömer ise ayeti duyunca çok sevinmiş ve Allah’ın sorusuna hemen cevap vermek isteyerek, vazgeçtik Allah’ım demiştir.”

Bu hadis ve açıklamada bir gariplik var mı? Bence var. Hem de bir değil, birkaç tane.

Birincisi; Böyle kesin bir yasaklama için vazgeçtiniz değil mi ifadesi oldukça yumuşak bir ifade değil mi? Sakın ha içmeyin, gibisinden bir hitap daha keskin olmaz mıydı? Kesinlik kavramındaki sertlikle hitabın ifadesindeki yumuşaklığın uyuşmadığını düşünüyorum, haksız mıyım?

İkincisi; Haz. Ömer’in oğlunun ifade biçimine dikkat ettim, sanki hadiste içki yasağının önemine değil de babası Ömer’in ısrarına dikkat çekmek istermiş gibi görünüyor. Neden acaba?

Üçüncüsü; Hem sonra nasıl oluyor da Haz. Ömer kendisi hiç içmediği halde vazgeçtik Allah’ım diyerek herkes adına konuşmaya, herkes adına Allah’a teminat vermeye cesaret edebiliyor?

Bitmedi, bir şey daha var. Haz. Ömer’in oğlu Allah’ın bu sorusu için istifham kelimesini kullanıyor. Sözlüğe baktım, cevap almak için değil de dikkat çekmek ve uyarmak için sorulan soru demekmiş. Yoksa Allah’ın bu sorusu birileri için gizli bir uyarı mıydı? Yoksa, vazgeçtik Allah’ım diyen Haz. Ömer başka bir şey mi anlatmak istiyordu?

Kuran’ın birkaç ayeti ve Peygamberin birkaç hatırasıyla, bakın şimdi nerelere gideceğiz. Haz. Ali’nin bir hatırasıyla başlıyorum.
Tarih 624. Hicretten iki yıl sonra. Bedir savaşından henüz çıkılmış.

“ Peygamberin birini önceden, birini de Bedir savaşı ganimetinden verdiği iki devem vardı. Develerle ot toplayıp satıyor, Fatma’nın düğün masrafını denklemeye çalışıyordum. Bir gün develeri Medineli bir sahabenin evi önünde çöktürdüm. Meğer o sırada Hamza aynı evde bir dansözle birlikte içki içmekteymiş. Ben Kaynuka kabilesinden bir tüccarla birlikte iken dansöz Hamza’ya develeri gösterip, bu besili hayvanların ciğerinden ne güzel kebap olur demiş. Bunun üzerine Hamza kılıcını çektiği gibi develerin üzerine sıçramış ve ikisini de boğazlamış. Sonra karınlarını yarmış, ciğerlerini alıp gitmiş.

İnsanı ürküten bu manzarayı gördükten sonra doğrudan Peygamberin yanına gidip olanı biteni anlattım. Yanında Zeyd de vardı. Sonra üçümüz birlikte Hamza’nın yanına gittik. Peygamber kızgın bir şekilde sitem ediyordu ki, Hamza gözlerini devirerek Peygambere karşı çıktı ve amcamız oluşunu kastederek, Ey Abdullah ve Ebu Talip evlatları! Sizler babamın köleleri değil misiniz, diye bağırdı. Peygamber amcasının bu şuursuz hâlinden utanarak sustu ve odadan çıktı. Bu hadise içkinin yasaklanmasından önce olmuştu.” 2

Bu hadise Müslümanları o günlerde bir süre meşgul etmiş, hâttâ karşıt iki görüşe ayırmış olmalı. İçenler ve içmeyenler! İçenler başta Hamza olmak üzere oldukça üzgün ve mahcup, keşke böyle bir şey hiç olmamış olsaydı! Fakat gereğinden fazla büyütüp trajedi yaratmanın da anlamı yok değil mi?

Ancak içmeyenler aynı fikirde değil. Hâttâ Ömer başta olmak üzere kimilerinin oldukça sinirli oldukları bile söylenebilir.

- Ey Allah’ın elçisi! Kontrol altına almazsak, bugün develeri boğazlayan bu cahiller yarın birbirlerini boğazlarlar.

Peygamber suskun Ömer’e bakıyor, kafasında türlü düşünceler. İçkinin ve bazı keyif verici otların insanlık tarihindeki ilk kullanımı dinsel değil mi, hâttâ bazen ilaç olarak kullanılmıyorlar mı? Ömer’in içilmesin dediği şarabı kutsal kılan, kardeşim dediği Haz. İsa değil mi? Diğer taraftan haklı olduğu taraflar da yok değil, toplum bu konudaki aşırılıktan zarar görüyor.

Peygamberin cevap vermediğini gören Ömer bu defa ellerini kaldırıp Allah’a dönüyor,

- Allah’ım içkiyi yasakla! Bize bu hayırlı yasağı bildir.

Peygamber anlatılamaz garip duygular içinde, Allah’a dua eden Ömer’e bakıyor. Kime dua ettiğini gerçekten biliyor mu acaba? Cevap vermeden ayrılıyor. Ve işte ilk ayetler,

“ Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki, bunların ikisinde de büyük günah var. İnsanlar için faydaları da var ama zararları faydasından daha büyüktür. Bakara 2/219”

*

İçki konusunda olduğu gibi, İslam öncesinde kadın erkek münasebetlerinin de oldukça serbest olduğunu bilmeyen yok gibidir. Hâttâ öylesine ki, bazen bazı kadınların çocuklarının babasının kim olduğunu bile bilemedikleri olurmuş. Kadınlar savruk ve serbest, erkekler cahil ve saldırgan. Sehl bin Sad o günlerden bir örnek veriyor,

“ Bir gün birisi gizlice Peygamberin evinin penceresinden içeri bakmış. Peygamberse o sırada midra denilen demir bir tarakla başını tarıyormuş. Bu münasebetsizin habersizce evi gözetlediğini öğrenince ona şöyle dedi; Eğer gizlice baktığını görseydim o tarağı gözüne fırlatırdım. Görgü kuralları haber verip izin istemen için konmuş değil midir?” 3

Hâttâ bu cahillik öylesine gelenekselleşmiştir ki, Müslümanlardan biri, üstelik de en iyilerinden biri olduğu halde çevresindekilere şöyle diyebilmektedir,

“ Peygamber vefat ederse eşi Ayşe’yi muhakkak ben alacağım!” 4

Bütün bunlar normal mi? Elbette değil. İçkiye karşı olan Haz. Ömer bu türden kaba davranışlara da karşıdır ve Peygamberi sık sık uyarır.

“- Ey Allah’ın Resulü, evinize hayırlı hayırsız bir sürü insan girip çıkıyor. Kadınlarına söyle kapansınlar!” 5

Peygamber dikkatle Ömer’i dinliyor. İyi kapansınlar da, Ömer’in kapatılmasını istediği kadınlar eşya değil bir insan. Bir insan, hele de bütün toplumu ilgilendiren bir konuda kolayca karar vermek mümkün mü?

İşte o günlerde bir hadise meydana gelir. Bilmediğim, belki de şimdi burada söz etmek istemediğim bir hadise.

“ Ey Peygamber hanımları! Sizden kim kanıtlanmış bir edepsizlik yaparsa, kendisi için azap iki katına çıkarılır. Ve sizden kim Allah ve resulüne itaat eder iyilik yaparsa, ona da karşılığını iki kat olarak veririz.
Ey Peygamber hanımları! siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz. Takva sahibi iseniz kırıtarak konuşmayın ki, kalbinde hastalık olanlar yanlış bir zanna kapılmasın. Örfe uygun konuşun. Evlerinizde oturun, eskiden olduğu gibi kendinizi teşhir ederek yürümeyin. Ahzab 33/30”

*

Tarih 626. Bu da o günlerden başka bir hatıra ve Enes bin Malik anlatıyor.

“ Peygamber Zeynep bint-i Cahş ile Medine’de evlendi. Evlendiği gün öğleye doğru herkesi yemeğe davet etmişti. Yemek yenilip, bir süre de sohbet edildikten sonra davetliler dağıldılar. Ancak birkaç kişi gitmeyip oturmaya devam etti. Nihayet bir süre sonra Peygamber bir bahaneyle kalkıp dışarı çıktı. Çocuktum, ben de onunla birlikte çıktım. Ayşe’nin kapısına kadar yürüdükten sonra, misafirlerin kalkmak isteyeceklerini düşünerek geri döndü. Ben de döndüm. Döndüğümüzde o birkaç kişinin hâlâ sohbet etmekte olduklarını gördük. Peygamber bir süre sonra yeniden dışarı çıkıp yürümeye başladı. Ben de onu takip ettim. Bir süre sonra tekrar odasına döndüğünde ise onların gitmiş olduklarını gördü. Odaya girdikten az sonra da sıkıntılı bir hâle girdi ve kendisini görmemem için örtünüp bir köşeye kıvrıldı. Örtünme ayetleri işte bu sırada vahiy olundu.” 6

Evet ayetleri okuyacağım. Ancak okumadan önce kendimizi Peygamberin yerine koyup biraz düşünmeye ne dersiniz?

Peygamber misafirlerle ilgilenirken belli etmemeye çalışıyor ama yorgun. Esasen hiç oh dediği yok ki, o hep yorgun. Karşısında oturan bir avuç insanın sorumluluğu kendi omuzlarında ve dört tarafı düşmanla çevrili. Kafasında elli türlü dert. Kimi toplumsal, kimi kişisel. Hepsini çözmek zorunda, dahası doğru çözmek zorunda. Allah’a sitem eden Haz. Musa geliyor aklına, bunları ben mi doğurdum..?

Odanın ortasında bir büyük yer sofrası. Çevresi erkeklerle dolu. Kapının yanına doğru küçük bir sofra daha, çocuklar için. Doyup kalkanların yerine yeni misafirler oturuyor. Kimi yanındakiyle konuşurken, kimi bağırarak karşısındakine laf yetiştiriyor. Bir gürültü, bir uğultu. Kadınlar odaya et ve arpa ekmeği taşıyor.
Sofrada Ömer de var. Göz ucuyla yemek yiyenleri seyrediyor. Bazılarının elleri sofrada, gözleri içeri girip çıkan kadınlarda. Kadınların uzattığı yemek tabaklarını alırken sanki tabağı değil de kadınların ellerini almak istiyor gibiler. Allah’ım, Müslüman oldukları halde nasıl bu kadar kaba olabiliyorlar? Bir ara Peygamberin kulağına eğiliyor, sinirli gibi.

- Ya Resulallah, kadınları kapa!

Son Peygamber yorgun gözlerle Ömer’e bakıyor, ne kadar da ısrarcı! Evet söyledikleri doğru ama, kadınlar hakkında sadece bir mal imişler gibi karar vermek kolay bir şey mi? Kadın dediğin pencere değil ki perdeyi çekince örtülmüş olsun! Onların da kendisi gibi bir insan olduğunu, sorumlulukları olduğu gibi hakları da olduğunu unutuyor. Ara sıra kıskançlık gözünü perdeliyor galiba. Gerçi haklı olduğu taraflar da yok değil ama..!

Yemek yerken karşısında oturan başka bir dostuna bakıyor. Evinde yemek yiyen bu insan, daha üç beş gün önce Peygamber ölürse Ayşe’yi ben alacağım dediği söylenen adam değil mi? Bu adam Müslüman, üstelikte topluma yararlı ve iyi bir insan, hâttâ en iyilerinden. Peki ama bu kadar duygusuz ve kaba olmalarının sebebi ne? Aslında sebebini biliyor. Anlamını kaybeden gelenekler ve eğitimsizlik. Ah cahillik, gözün kör olsun!

Yemek bitti, artık biraz dinlenebilir mi? Hayır, üç beş kişi sohbete devam ediyor. Konu develer, hurma ve kahramanlık hikayeleri. Peygamber suskun ve sıkkın. Bari değerli şeylerden söz etseler..! 

Söyleyemez değil mi? Hayır söyleyemez. Çıksa ayıp olur mu? Evet, ayıp olur. Bir süre sonra nefesi daralıyor, artık dayanamayacak. Biraz hava alıp döndü, anlamışlar mıdır..? 

Hayır, oturuyorlar. Az sonra yine kalktı, bir soluk daha!
Döndüğünde bakıyor, gitmişler. Hoşça kal demeden mi? Yoksa alındılar mı? Yer yatağının üstüne çöküp kaldı, habersiz gittiklerine üzülüyor. Terlemeye başladığını hissederken kapının arkasında duran küçük Enes’i fark etti. Hemen yanında duran cübbesine sarınırken duvara doğru dönüyor. Hayır, ezilen yüz ifadesini çocuk görmemeli.

“ Ey iman edenler! İzin verilmedikçe Peygamberin evine girmeyin. Ancak davet edildiğinizde gidin ve yemekten sonra da hemen dağılın. Sözü sohbeti uzatmayın. Çünkü böyle davranmanız peygambere eziyet vermesine rağmen, o size bir şey söylemeye utanıyor. Allah ise doğruyu dile getirmekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde biraz mesafeli durun. Bu hem siz, hem de onlar açısından daha temizdir. Allah’ın resulünü rahatsız etmeniz ve kendisinden sonra onun eşleriyle nikahlanmanız helal değildir. Bu Allah katında büyük vebaldir. Ahzab 33/53”

*

Belki bir ay, belki on beş gün sonra vuku bulan bir hatıra daha var ve neler olduğunu eşi Haz. Ayşe anlatıyor;

“ Biz Peygamberin eşleri tuvalet ihtiyacımız olduğunda, evlerimizin biraz uzağındaki Menası denilen çalılık bir yere çıkardık. O günlerde evlerin yanında hela yapmak henüz âdet değildi ve ihtiyaçlarımızı geceden geceye o çalılıklarda gidermeye çalışırdık. Nihayet Peygamberin eşlerinden Sevde bir gece yatsı namazı vaktinde tuvalet için çıkmış. Sevde uzun boylu bir kadındı ve Ömer onu karaltısından tanımış. Kadınların kapatılması konusunda o kadar hırslı idi ki ona, - Ya Sevde, bilmiş ol ki biz seni tanıdık, diye bağırmış.

O sırada Peygamber benim odamda akşam yemeğinde, elindeki kemikli bir et parçasını yemekle meşguldü. Bu halde iken Sevde içeriye girdi ve, - Ey Allah’ın resulü! Bir ihtiyaç için evden dışarı çıkmıştım, Ömer beni tanıdıklarını söyleyerek bağırdı, dedi. Bunun üzerine Peygamberi vahiy hâli sardı. Bir süre sonra, et parçası hâlâ elinde olduğu halde Sevde’ye şöyle cevap verdi, - Siz kadınların lüzum ve ihtiyaç halinde evden çıkmalarına izin verildi.” 7

O gece Peygamberin canı sıkkın. Bir yandan Ayşe’yle konuşurken, diğer yandan Sevde’nin anlattıklarını değerlendiriyor.
Gözünün önünde duran kadınlara bakmayan Ömer karanlıktaki bir kadın siluetine bakar mı? Biliyor, yanındaki birkaç kendini bilmez ileri geri konuştu, o da kızıp Sevde’ye bağırdı. İyi ama bunda Sevde’nin ne günahı var? Sevde’ye pek suç bulamıyor ama, aslında Ömer’e biraz incinmiş gibi. Kadıncağızlar zaten bin bir güçlük içinde ihtiyaç görüyorlar, bir de boylarını saklamakla mı uğraşsınlar! Sevde’ye bağıracağı yerde yanındakileri uyarsa daha iyi etmiş olmaz mıydı? Yoksa yarın sabah gidip Ömer’e bunu söylese mi? Hayır, bu defa diğerleri yanlış anlar. Sussa bir türlü söylese bir türlü, ne kadar zor bir durum! Şu kadar önemli problemlerin arasında bir de böyle işlerle ilgilenmek zorunda kalmasa ya!

Ayşe erken yattı ama onun uykusu yok. Karanlığın içinde parmak uçlarıyla şakaklarını eziyor, biraz başı ağrıyor gibi. Bir uğultu, bir çınlama!

“ Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dışarı çıkarken dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Tanınıp incitilmemeleri için bu daha iyidir. Ahzab 33/59”

Peygamber alnında biriken teri avuçlarına silerken ayeti mırıldanıyor. Kadınlar incitilmektedir ve inciten erkeklerdir. Okuyunca anlayacaklar mı acaba? Diğerlerinden pek umudu yok ama, bari Ömer anlasa!

*

Birkaç hafta, yada birkaç ay sonra. Yatsı namazından çıkan Peygamber, eşlerinden Ümmü Seleme’nin odasında. Aklında kadınlar ve kadın hakları.

Erkek milleti kıskançtır, doğru. Fakat bu nedenle farkında olmadan kadınları toplumdan tecrit ediyor, başka haksızlıklara yol açıyorlar. Gerçi bunun nedeni biraz da kadınlar kendileri değil mi? Takvanın ne olduğunu anlamadıkça örtünmelerinin ne yararı var ki! Neyi niçin ve nasıl örtmeleri gerektiğini anlamadıkları sürece nasıl örtünebilirler ki! Evet, bu konu tedbir almayı gerektiren önemli bir konu ve eşleri kendisine yardımcı olabilirler. Kendisi onlara, onlar diğer kadınlara. Ani bir kararla eşi Ümmü Seleme’ye sesleniyor,

“ Ya Ümmü Seleme! Diğer kadınlarımızı da çağırınız da biraz konuşalım. Zira dünyada nice giyinik kadınlar vardır ki, ahrette çıplaktırlar.” 8

Kimdir o dünyada giyinik göründüğü halde ahrette çıplak olan kadınlar?

2000 yılının nisan ayında olacak, cuma hutbesinde konuşan genç bir imam bu hadisi anlatmış ve sonra şöyle yorumlamıştı,

- Bazı kadınlar tül gibi şeffaf şeyler giyiyorlar, içleri görünüyor. Bu büyük günahtır. Bakın, Peygamber bu tür elbise giyenlerin ahrette çıplak olduklarını söylüyor!

Kadınların çıplaklığını savunuyor değilim ama dondum kaldım. En az yüz elli kişi dinliyor ve ses çıkarmam mümkün değil. Bir peygamberin sözü bu kadar insafsızca, bu kadar düşüncesizce nasıl çarpıtılır?

*

Sonra bir zina davası, oldukça müşkül bir dava. Kadınlar Peygamberin tüm çabalarına rağmen sanki kendi kendilerine intihar ediyor gibiler. Hadisenin kahramanları, daha sonra Tebük seferine katılmayarak azarlanan üç kişiden biri olan Hilal bin Ümeyye ile karısı Havle binti Kays ve Şerik bin Sehmâ’dır. Neler olduğunu Abdullah bin Abbas anlatıyor,

“ Hilal bin Ümeyye bir gün Peygamberin huzurunda, 
- Karım beni Şerik bin Sehmâ ile aldatıyor, diye şikayette bulundu. Peygamber Hilal’e, 
- Ya dört şahit getir yada iftiranın cezası bir dayağa hazır ol, dedi. Bunun üzerine Hilal, 
- Ey Allah’ın resulü! Bizden biri karısının üzerinde bir erkek görse, bırakıp şahit aramaya mı gidecek? diye itiraz etti. Peygamber, 
- Sen şahitlerini hazırla, yoksa arkana seksen değnek vurulacak demeye devam etti. Hilal, 
- Ya Resulallah! Allah’a yemin ederim ki ben doğru söylüyorum. Ve yine eminim ki Allah beni doğrulayacak bir ayet gönderecektir, dedi. Bu sırada Cebrail indi ve, 

( Kendi eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka tanıkları olmayan erkeklerin şahidi, Allah için doğru söylediklerini iddia eden dört yemindir. Beşincide, eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun, der. Bu durum karşısındaki kadın, dört yeminle kocasının yalan söylediğini söylerse, bu ondan cezayı düşürür. Kadın da beşincide, eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun, der. Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı neylerdiniz? Hiç kuşku yok ki, Allah pişmanlığı seven ve her şeyi bilendir. Nur 24/6 ) ayetlerini indirdi. 

Bunun üzerine Peygamber kadına haber gönderip çağırdı. Kadın gelince önce kocası Hilal iddiasını tekrarladı ve yemin etti. Sonra kadın dört kez yemin ederek bu iddiayı reddetti. Beşinci yemine sıra geldiğinde Peygamber, 
- Allah biliyor ki ikinizden biri yalan söylüyor. Şimdi son kez hatırlatıyorum, sizden biri yemininden tövbe edip geri dönmek ister mi? diye sordu. Hilal hemen yemin ettiyse de bu sözler üzerine kadın bir an durakladı. Hâttâ biz kadını vazgeçecek ve suçunu itiraf edecek zannettik. Fakat sonra kendini topladı ve, 
- Şu vakte kadar şerefle yaşamış ailemi bundan sonra rezil edemem, diyerek tekrar yemin etti. Taraflar ayrıldıktan sonra Peygamber, 
- Bu kadına iyi bakın! Eğer iri gözlü ve geniş kalçalı bir çocuk dünyaya getirirse, o çocuğun Şerik bin Sehma’ya ait olduğunu zannederim, buyurdu. Kadın hakikaten bu tipte bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Peygamber, 
- Eğer Allah ayet indirmemiş ve uygulanmamış olsaydı bu kadının elimden çekeceği vardı, buyurdu.” 9

Öyle sanırım ki, Peygamber bu hadiseden sonra eve dönerken Allah’a şükretmekte ve dostu Ebu Bekir’e şöyle demektedir,

- Ya Ebu Bekir! Allah iyi ki bu ayetleri indirdi de kadınları rezil olup ölmekten, erkekleri de katil olmaktan kurtardı.

*

Ya sonra? Sonrası İfk’tir, iftiradır. Allah bir süre sonra Peygamberini bu kez kendi nefsiyle imtihan etmektedir. Biraz zor olsa da, Peygamber nefsinin önüne geçmeyi başarır. Kadınlar insandır ve O insanları seviyor.

Şimdi de son hatıralara, son ayetlere geçiyorum.
Hadisler, Peygamberin zamanında yaşayan Abdullah bin Nüayman adında bir sarhoştan söz ediyor. Günün çoğunu sarhoş geçiren şen, maskara bir insan. Kendisine hımar, yani eşek diye hitap edilmesine rağmen kızmaz, aldırmazmış. Bütün hareketleri hoş ve espri dolu imiş. Hâttâ ara sıra Peygambere de latifeler yapar, Peygamber de onun bu halleri karşısında tebessüm edermiş. İşte bir örnek!

“Abdullah bir gün Medine pazarındaki bir köylüden veresiye bir tulum yağ ile bir tulum bal aldı ve peygambere götürüp hediye etti. Birkaç hafta kadar sonra köylü gelip alacağını istediğinde ise köylüyü alıp Peygambere gitti ve şöyle dedi,
- Ey Allah’ın peygamberi! Şu adam size hediye ettiğim yağın ve balın parasını istiyor, ödeyiniz.
Bunun üzerine Peygamber tebessüm ederek köylünün parasının ödenmesini emretti ve derhal ödendi.” 10

Ne var ki işte bu Abdullah, Peygambere olan sevgisine ve içki yasağına rağmen içkiyi bir türlü bırakamamış. Ve bakın bir gün neler olmuş,

“ İçkiyi bir türlü bırakamayan Abdullah ara sıra içkili yakalanır, had denilen yürürlükteki kanunlar gereği hafifçe pataklanırdı. Bir gün yine içkili bir halde Peygamberin önüne getirilmişti. Kimi eliyle, kimi terliğiyle hafifçe vuruyordu. Sonra Ömer,
- Allah seni kahretsin! Bu kaçıncı gelişin rezil, utanmıyor musun? diye onu azarladı. Bunun üzerine Peygamber,
- Hayır ya Ömer! Öyle söylemeyiniz. Böyle kötü sözlerle şeytana yardım etmeyiniz. Vallahi kesin olarak bildiğim şudur ki, o Allah’ı ve Peygamberini sever, buyurdu.” 11

Şimdi biraz durup, bu tatsız ânı bir daha seyredebiliriz.
Abdullah bin Nüayman dudaklarında aşağılanmanın getirdiği acı bir tebessüm, kalabalığın ortasında ne yana döneceğini şaşırmış duruyor. Hafifçe vurulan tokatlara aldırdığı yok ama, ah şu dostun attığı gül olmasa!

Ömer dönüp Peygambere bakarken hâlâ öfkeli. Allah Allah, niye müdahale ediyor ki? Bıraksa da hepsi sarhoş olup sokaklarda mı yatsalar?

Ya Peygamber? Başını önüne eğmiş, gözbebeklerinde çakan şimşekleri Ömer’in görmesini istemiyor. Kısa süren soğuk bir suskunluktan sonra selam verip izin istedi. Yalnız kalmak istiyor!

Ve o gece hayalinde sert sözleri ve kızgın bakışlarıyla sadece Ömer var. Ne yaptığının farkında mıydı acaba? Bakara suresi indi, beğenmedi. Sonra Nisa suresi indi, onu da beğenmedi. Sürekli, Allah’ım kesin hükmünü bildir diye dua ediyor. Allah’ı kararsızlıkla itham ettiğinin farkında bile değil. Galiba bir insanı incitmenin ne kadar önemli olduğunu da henüz anlamamış.

Sonra kendisine bağırıp çağıran amcası Hamza geliyor aklına. Hadi o zaman Hamza sarhoştu, ya Ömer? Onun sarhoşluğu Hamza’nın sarhoşluğundan daha mı hafif? Birisi içip sarhoş, diğeri içmeden.
Derinden bir iç geçiriyor, ah şeytan! Biliyor, aslında bütün bunları yapan şeytandır. İnsanlara görmedikleri yerden sokuluyor ve nasıl aldattığını kimse anlayamıyor. Ömer bile mi? Ne Ömer’i, hâttâ kendisi bile!

Biraz tedirgin oluyor, sert çıktığı için Ömer kırıldı mı acaba? Yoksa kendisi de ona mı kırgın? Hayır hayır, bir an kızmış olsa bile bir peygamber dostlarına asla kırılmaz. Evet ama, o da bu yersiz ısrarlarından ve insanlara sert davranmaktan artık vazgeçmeli değil mi?

“ Muhakkak ki şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık sokmak, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? Maide 5/91”

Ayeti o sabah namazından sonra önce Ebu Bekir’e okudu. Ömer’e gideceğini biliyor. Haz Ömer içki hakkında yeni bir ayet indirildiğini o gün öğleye doğru haber alıyor. Çok heyecanlı,

- Bana da okusanıza!

Büyük bir merakla bekliyor. Ah, Allah artık nasıl da kasıp kavurmuştur kim bilir! Haz. Ebu Bekir kadife gibi yumuşak, sakin bir sesle okumaya başladı. Okurken ara sıra Ömer’in gözlerine bakıyor. Önceleri hırslı, meraklı. Sonra yavaştan bir hayret, şaşkınlık! Artık vazgeçtiniz değil mi derken yine bakıyor. Anlamakla anlayamamak arasında şaşkın, donmuş gibi hareketsiz. Adeta yumruk yemiş gibi! Kadife eldiven içinde demirden bir yumruk. Allah neden bu kadar yumuşak davranıyor ki..?

Ah Ömer! Âlemi kendi nefsinin istediği gibi yönetebileceğini mi zannetmiştin? Cebrail’e suret olmana rağmen bak ki şeytan neredeyse seni bile Allah ile aldatacak, insanlarla arana düşmanlık sokacaktı. Büyük bir utançla başını önüne eğdi,

- Artık vazgeçtiniz mi?

Çevresindekiler zayıf bir ses işittiler,

- Vazgeçtik Allah’ım!

Ezan okunmak üzere. Çevredekiler olup bitenin farkında değil ama, Haz. Ebu Bekir mescidin önlerine doğru ilerlerken gizlice gülümsüyor. Ömer bu ayetin özellikle kendisi ve kendisi gibi sert davranan kimseler için indiğini anladı mı acaba? 

Ömer’se birkaç adım sonra olduğu yere, sıcak kumlu toprağın üzerine diz çöktü. Ön sıralara gitmeye, Peygamberi görmeye cesareti yok! Hayalinde Abdullah bin Nüayman’ın kırgın bakışları ve Son Peygamberin çatık kaşları.

*

Şimdi kimileri merak edip sormak ister,

- Peki ama sen ne anlatmak istiyorsun, içkinin haram olmadığını mı? Davud’un avukatı şimdi de dinsiz sarhoşların avukatlığına mı soyundu?

Haram olmaz olur mu? Zaten anlatmak istediğim de budur. İçki sadece haramlardan bir haram olmasına rağmen abartılmakta, başka önemli bilgilerin örtülmesine neden olunmaktadır. Haram kavramı sadece içkiden ibaret midir? Hayat adam öldürmekten sokağa tükürmeye kadar uzanan sayısız haramlarla dolu değil mi?

Oysa ki bakın bu haramın cezası neymiş, Haz. Ömer’in oğlu açıklıyor;

“ Peygamber şöyle buyurdu, Kim dünyada içkiye bağlanır ve vazgeçmezse, cennette içemez.” 12

Ve hemen altında hadisin açıklaması;

“ Bazıları ileri giderek, şarap içip de tövbe etmeyen cennete giremez, demişlerdir. Bu kabul edilebilir bir görüş değildir.”

Anlatmak istediğimin özeti şudur. Müslümanlar kendi anlayışlarının kavradığını ön plana çıkararak haram gerçeğini örtmekte, gerçekte içki içmekten çok daha büyük başka bir suç işlemektedirler.

Medine’nin sevimli sarhoşuna şimdi bir daha bakın. O Allah’ı ve Peygamberini sever de Allah ve Peygamberi onu sevmezler mi? Allah’ın da onu sevdiğinin bir işaretine bakınız ki, milyarlarca Müslüman’ın iz bırakmadan gelip geçtiği şu âlemde bin dört yüz yıldır ismi kitaplarda yaşamakta, esprileri Peygamberin tebessümünün yanında durmaktadır.

*

Vazgeçtik Allah’ım diyen Ömer, gerçekten vazgeçti mi dersiniz? Keşke bu hepimiz için bu kadar kolay olsaydı ve vazgeçtik dediğimiz her şeyden kolayca vazgeçmiş olsaydık. Ancak bu o kadar kolay değildir ve hadislere bakarsanız Ömer de kolay vazgeçememiş görünüyor,

Tarih 13 Mart 628, Hudeybiye seferi. Anlatan Misver bin Mahreme’dir. Son Peygamber yanındaki bin dört yüz Müslüman’la Mekke’ye doğru ilerlerken çevresindekilere şöyle demektedir,

- Barış için gidiyoruz ve verebileceğim ne isterlerse vereceğim!

Ancak Mekkeliler savaş durumu alırlar ve şehre girmesine izin vermezler. Uzun süren barış görüşmelerindeki ilk anlaşmazlık Rahman üzerindedir. Mekke temsilcisi haklı olarak şöyle demektedir;

- Biz Rahmanın ne demek olduğunu bilmiyoruz. Sen hepimizin bildiği Bismillah ile yazmaya başla.

Ali’nin itirazlarına rağmen Peygamber Bismillahirrahmanirrahim’den vazgeçer ve Bismillah’a razı olur. 

İkinci anlaşmazlık şehre giriştedir. Şimdi geri dönmeleri ve seneye gelmeleri istenmektedir. Peygamber bunu da kabul eder, sonra öne sürdükleri diğer şartları da! Bu manzara karşısında Ömer öfkeden çılgına dönmüştür ve Peygambere sorar;
“ - Sen Allah’ın peygamberi değil misin?
- Evet.
- Bizler doğru yolda, onlar yanlışta değil mi?
- Evet, öyle.
- Şu halde niçin her dediklerini kabul edip dinimizi küçük düşürüyoruz?
- Ama ben bu şartları kabul etmekle Allah’a isyan etmiş olmadım ki!
- Hem sen bize yakında Kabe’yi ziyaret edeceğiz demiyor muydun?
- Evet ama, bu yıl diyerek zaman vermiş miydim? Endişe etme, yakında Kabe’yi göreceksin.” 13

Peygamberin yanından ayrılan Ömer bu defa Ebu Bekir’e sataşır ama aldığı cevaplar yine aynıdır. Olayın devamını Haz. Ömer’in Eslem adındaki kölesi anlatıyor,

“ Hudeybiye seferinden dönüyorduk. Gece yürüyorduk ve Ömer Peygamberin yanında gidiyordu. Bir ara Ömer Peygambere bir şey sordu. Peygamber cevap vermedi. Sonra yine sordu, yine cevap vermedi. Ömer Peygamberin işitmediğini zannederek bir daha sordu ama yine cevap alamadı. Bunun üzerine,
- Ah Ömer, sen ne yaptın! Neden ısrar ettin ki hem kendini, hem Peygamberi güç durumda bıraktın, diyerek kendi kendine sitem etti.
Sonra kendisini azarlayan bir ayet inmesinden korkarak devesini sürdü ve kafilenin önüne geçti. Çok geçmedi, birisi Ömer’e gelerek Peygamberin kendisini çağırdığını haber verdi. Ömer, ısrarından dolayı Allah’ın kendisini azarlayan bir ayet indirdiğinden emin olarak korku içinde Peygamberin huzuruna çıktı. Fakat Peygamber son derece sevinçli bir yüz ifadesiyle Fetih suresinin yeni indirilen ilk ayetini okudu.” 14

Bir düşünün. Bu hata büyük halifenin ilk hatası olsaydı, önceki hatalarından dolayı indirilen azarları anlamamış olsaydı, yeni bir azardan bu denli emin olur muydu?

*

Bu çalışma belki de fantezidir. Fakat biliyor musunuz bütün olaylar, bütün tarihler doğrudur ve ne gariptir bu son hadiseden sonra Haz. Ömer’in bir daha konuştuğu hiç duyulmamıştır. Siz duydunuz mu? Ya da bir yerde okudunuz mu?

Ama ben aksine, bu düşüncelerin aslında pek de yabana atılır olmadığını anlatan bir hatıra okudum. Ömer’in bütün bu tecrübelerden sonra olgunlaştığını ve geri çekildiğini anlatan bir hatıra!

Peygamber vefat etmiş, Haz. Ebu Bekir halife seçilmiştir. Yemame ve Sana yörelerinde isyan sesleri yükselmeye başlar. Müseyleme ve Esved-i Ansi gibi peygamberlik iddiasında bulunanların çevresinde toplananlar bir yana, kimi Müslüman kabileler bile şöyle demektedirler,

- Peygambere inanır, namazı kılarız ama artık zekat veremeyiz. Biz onu Peygamberin şahsına hürmet ederek ve doğru yerlere sarf edeceğinden emin olarak veriyorduk, artık vermeyeceğiz!

Bunu duyduğunda halife Ebu Bekir’in gözlerinde şimşekler çakmaya başlar. Namazı kılacaklar, fakat zekat vermeyecekler öyle mi? Zekat devlete vergi değil mi? Verginin kutsal bir toplumsal dayanışma olduğunu bilmeyenler hangi Allah’a namaz kılacaklar, kıldıkları namaz ne işe yarayacak? 

O güne kadar kimseyi incitmeyen ve tüm varlığını toplum için harcayan Ebu Bekir, kamu hakkı söz konusu olduğunda çevresindekileri parçalamaya hazır çılgın bir aslan kesilmiştir sanki. Bir an tereddüt etmeden emir verir,

- Gidin ve zorla alın!

Ömer’se artık insanları incitmemeyi öğrenmiş, hayretler içinde Ebu Bekir’e bakıyor,

- Allah’a ve Peygambere inanan, namaz kılan bu insanlara nasıl kılıç çekersin? Peygamber, Allah birdir diyen kimsenin canı ve malı haramdır buyurmadı mı?

Ebu Bekir bilgili ve kararlı. Ömer’e kamu hukuku dersi veriyor,

- Zekat Allah’a ve topluma borcumuzdur. Yemin ederim her kim zekatı namazdan ayırırsa onunla çarpışırım. Yine yemin ederim ki değil bir dişi oğlağı, ipini bile saklasalar yine boyunlarını vururum.

Ömer sonradan şöyle diyor,

- O zaman anladım ki halifenin bu hükmü, hak ilmindeki derinliğinin bir eseridir. 15

*

Başta da ifade ettiğim gibi, elbette bütün bunları Haz. Ömer’e sitem etmek için çalışmadım. Sözü önemli bir konuya taşımak isterim.

Muhkemler ve müteşabihler!

Bu iki Arapça kelime belki size yabancıdır ama bilenler bilirler. Bu iki tanım üzerinde yaşanan kavram kargaşası bugün en önemli dinsel ve toplumsal yaralarımızdan biridir. Dini literatürde muhkem açık olan esaslar, müteşabih ise dolaylı anlatılan üstü kapalı manalar demektir.

- Örtünsünler!

- Peki örtünsünler ama, bu emir muhkem mi müteşabih mi?

- Kuran’da ayet var, muhkem!

- İçmesinler!

- Peki içmesinler ama, bu emir muhkem mi müteşabih mi?

- Kuran’da ayet var, tabii ki muhkem!

Peki, Kuran’da adam öldürmemek, hırsızlık yapmamak, yalan söylememek de var. Affetmek, hoş görmek, yardım etmek, fedakarlık etmek de var. Bunlar muhkem değil mi? Bir düşünün, Nur suresinin kadın haklarını savunan yukarıda okuduğumuz ayetleri de muhkem değil mi? 

Hâlâ kan davası güdülen, hâlâ hiç yüzünden namus cinayetlerinin işlendiği bir toplumda, hangi birimiz eşine, çocuklarına ve komşularına insan gibi muamele edip hoş görülü davranabiliyor? Kuran’ı kendi anlattığı gibi değil, işimize geldiği gibi anlayıp yorumladığımızı sanıyorum.

Gerçekte Kuran tümüyle muhkemdir ama, bu noktadan hareketle din dediğimiz bu anlayışın sonunu kim getirebilir ki? Nitekim bu değerlendirme tembelliği nedeniyledir ki, bırakın kılık kıyafet kargaşasını ve faiz tartışmasını, bugün bazı Müslüman ülkelerde hâlâ taşlanarak kadınlar öldürülmekte, hâlâ başlar kesilmektedir. Allah’ı ve Peygamberin anlayışını bir yana koyup, kendi zannımıza tapınmaya başladığımızı düşünüyorum.

Ancak biliyorum, bizim bu anlayışsızlığımız yeni değil. Bakın Peygamber öldükten hemen sonra neler olmuş.

“ Haz Ömer vefat ettiği gün, kızı ve Peygamberin eşi Hafsa babasının evine gitmek istedi. Giyinik olduğu halde, ayrıca kadınlar tarafından bir perde arkasına alınarak götürüldü.
Zeynep bint-i Cahş’ın vefatında da, tabutu kubbe gibi bir muhafaza ile örtülerek götürülmüştü.” 16

Cansız bedenleri bir yana koyun, tabutları bile örten bir anlayıştan bugünlere başka ne gelebilirdi ki! Bu günümüze şükür, Allah’tan yeterince anlayamamışlar da Kuran’a ve hadislere dokunmamışlar.
Gördüklerimden ve okuduklarımdan çıkardığım sonuç şudur, dün olduğu gibi bugün de Kuran’dan neyi anlıyorsak bizim için o muhkem, neyi anlamıyorsak bizim için o müteşabih olmaktadır.

Peki ama gerçek nerede?
Bakın Peygamberin bilgili dostlarına göre gerçek neredeymiş!

“ Ben Peygamberin zamanında muhkemleri ezberledim. Muhkem nedir diye sorulduğunda ise şu cevabı verdi, muhkemler kısa surelerdir.” 17

Belki merak edersiniz, kısa sureler sadece güzel ahlakı ve kıyameti anlatıyor. Onları daha sonra çalışacağım.

Peygamberse, bizi kendi içimizde çelişkiye düşürecek bu gelişmeleri daha sağlığında hissetmiştir ve bakın nasıl uyarıyor;

Haz. Ayşe anlatıyor,

“ Peygamber bir gün bana şu ayeti okudu, (Sana Kitabı indiren Odur. Onun bazı ayetleri açık ve kesindir ki, bunlar Kitabın esasıdır. Diğer bazı ayetleri ise, size malum olmayan müteşabihlerdir. Ne var ki kalplerinde şüphe bulunan bazı kimseler, fitne çıkarmak veya onu kendi arzularına göre yorumlamak için onun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun yorumunu Allah’tan başkası bilmez. İlimde derin bilgi sahibi olanlar ise, biz ona inandık, hepsi Rabb’imizin katındandır, derler. Bunları akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmez. Âli İmran 3/7 ) 
Peygamber ayetin okunmasını tamamlayınca bana şunu söyledi, Kuran’ın müteşabih ayetlerine tabi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah’ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının.” 18

Sevgili dostlar! Yukarıdaki ayet ve hadislerin bizi uyarmadığına, muhkem zannederek aslını bilmediğimiz müteşabihlere tapınmadığımıza gerçekten emin misiniz?

Ey Hayyam! Ey Semerkant’ın bilgili sarhoşu! Artık beni daha fazla kandıramazsın.

“ Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam,
Ben haramı helalı karıştırmam.
Seninle içilen şarap helaldir amma,
Sensiz içtiğimiz su bile haram.” (19) 

derken ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum.

Ey görünmeyen Allah! Eğer anlattıkları kadar yüceysen, senden daha muhkem ne olabilir ki muhkemlerden ve müteşabihlerden söz edebilelim! Esasen âlemde her şey müteşabih değil mi? Her şey varlığın içinde gelip geçmekte ve her şey değişmekte değil mi?
Seni aramaktan vazgeçmedim ama, haberin olsun geri kalanlardan ben de vazgeçtim!

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 39
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 245
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 175
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 154
5 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 139
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 398
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 155
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 112
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 140
10 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 254
11 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 255
12 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 40
13 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 169
14 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 247
15 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 5 20
16 İslam Tarihi Mahmud Esad Marifet / 1995 Tek kitap 605
17 Sahih-i Buhari / Fezailu’l Kuran Mürşit 2.0 CD Turan Yazılım / 1996 25
18 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 62
19 Hayyam Sabahattin Eyuboğlu Cem / 1998 Tek kitap 135

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder