4. Dinlerin sırrı

Son Peygamberden aktardığı 5374 hadis ile en çok hadis rivayet eden yedi kişinin başında gelen Ebu Hüreyre şöyle diyor;

“ Peygamberden iki kap dolusu ilim belledim. Bunlardan birini açığa vurup söyledim. Diğerine gelince, onu söyleyecek olsaydım benim boynumu vururdunuz!” 1


Ebu Hüreyre Son Peygamberin ilminden haber vermektedir ve hadisin altında verilen açıklamada şöyle denir;

“ Ebu Hüreyre’nin açığa vurduğu ilmin ne olduğu aktardığı hadislerden bellidir. Acaba sakladığı neydi? Bazıları; İleride Müslümanların başına gelecek karışıklıklara ait Peygamberin haber verdiği bilgiler idi derler. Bazıları da; Peygambere duyulan sevgi ve yakınlığın bir sonucu olarak sadece ilim ve irfan ehlinin vakıf olduğu, yabancı olanların idrakinden saklı kalmış esrarlı bir ilimdir, derler. Doğrusunu Allah bilir.”

Doğrusunu Allah bilir ama, Ebu Hüreyre’nin bu sözü ile Peygamberin haber verdiği karışıklıkları kastettiğini kabul etmek de imkansızdır. Çünkü Ebu Hüreyre toplumsal karışıklıklara ait bu bilgiyi saklamamış ve korkmamıştır. 2

Yoksa bu sakladığı, bazılarının dediği gibi esrarlı bir sır mı?
Ebu Hüreyre, “ İki kap dolusu ilim belledim.” diyor. Hepsini aynı kapta niye toplamıyor dersiniz? Açıkça anlaşılıyor ki iki farklı ilimden söz etmektedir, birbirine benzemeyen iki ayrı ilimden! Sonra da şöyle diyor; “Diğerini söyleyecek olsaydım benim boynumu vururdunuz!”

Son Peygamberin yanında savaşırken, siyasi iktidarları uyarıp eleştirirken korkmayan Ebu Hüreyre’nin, hele hele ilmi bir konuda başından korktuğu kabul edilebilir mi? Peygamberin, benden bir ayet olsun halka ulaştırınız dediğini bize aktaran yine o değil miydi..?

Yoksa başka bir şey mi anlatmak istiyordu? Öyle ya, hiçbir suç işlememişken öldürülmekten niye korksun? İlimden bahsetmek suç mu? İslam da boş yere adam öldürmek var mı?

Şu halde bakalım bir insanın boynu ne zaman vurulabilirmiş?

“ Peygamber şöyle buyurdu ; - Allah’ın birliğine , benim de onun bir peygamberi olduğuma inanan her Müslümanın kanı haramdır. Ancak şu üç şey müstesna. Masum bir canı öldürürse, evlendikten sonra zina ederse ve İslam dininden dönerse. ” 3

Söz ettiğimiz bu hadisin gerçekliği, bunu yalanlayan başka bir hadisin varlığı nedeniyle (4) bugün tartışılıyor olsa da önemi yok. Zira Ebu Hüreyre bu sözleri söylediği günlerde evlidir, çocukları vardır ve zina işlememiştir. Adam da öldürmemiştir. Şu halde söylediği de sakladığı da dindendir ve Ebu Hüreyre’nin neden korktuğu artık belli olmuştur. Şeriat! Suçu; Dinden dönmek!

Ebu Hüreyre, şeriatın öneminden ve dinin sırlarından söz etmektedir.

*

Şeriattan ve boyun vurmaktan söz ettiğim bu noktada sn Yaşar Nuri Öztürk başka bir hatıra anlatıyor. Biraz acıklı bir hatıra;

“ Ebu Abdullah Hüseyin bin Mansur, yada bilinen adıyla Hallac-ı Mansur. 858 de İran’da Tur kasabasında doğdu. Hallacın yaşadığı yıllar, İslam dünyasının bütün yaratıcı aktivitelerde en ileri olduğu devirdir.
Tefsir, fıkıh ve kelam konusundaki birçok otoritenin yanı sıra ünlü Kütüb-i Sitte müelliflerinden Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve İbn-i Mace, Hallacın çocukluk ve gençlik yıllarına rastlarlar. Hatta Nesai, Hallac ile adeta yaşıttır.
Tasavvuf denince, akla Hallac’ın yaşadığı o devir gelir. Seri-es Sakati, Cüneyd-el Bağdâdi, Bayezid-el Bistâmi, Zünnun-el Mısri, Sehl bin Abdullah et-Tüsteri, Ebu Said el Harraz, İbrahim el Havvas, Amr bin Osman el Mekki, Yusuf bin Hüseyin er Razi ve daha niceleri. Hallac’ın bu isimlerden bir kısmıyla şöyle veya böyle, uzun veya kısa sohbeti vardır. Bazıları onun hocası, bazıları ise talebeleridir.
Zenc isyanı patlak verdiğinde henüz 11 yaşındaydı. Hallac’ın, Afrika’nın çeşitli yörelerinden toplanan ve köle gibi çalıştırılan zencilerin başlattığı, zamanla toplumun tüm ezik ve kırgın kesimini, özellikle de Şii kitleyi peşine takan Zenc isyanına ilgisiz kaldığı söylenemez. Zenc isyanı 14 yıllık bir mücadeleden sonra 883 de bastırıldı. Ancak birkaç yıl sonra, Zenc isyanının bir devamı olarak yüz yıl sürecek Karmati hareket başladı ve İslami adaleti amaçlayan mistik sosyalist bir hareket olarak yayıldı.
Hallaç, kendisini mahkum eden Sünni Abbâsiler tarafından Karmatilikle suçlanmış, Sünnilere saldırmak hevesindeki Şiiler tarafından da Şii olarak gösterilmek istenmiştir. Gerçek şu ki Hallaç ne Şii’dir ne Sünni, ne de başka bir mezhepten. O sadece Hallaç’tır.
Basra’da iken evlendi. Üçü erkek biri kız dört çocuğu oldu. Cüneyd-el Bağdâdi ile burada tanıştı. Sonra Mekke’ye gitti. Orada kaldığı bir yıl boyunca ibadet ve riyâzetin yanı sıra, özellikle Horasandan gelen ve yeni Müslüman olan Türklerle ilgilendi. Onlara görüşlerini aktardı. Bir yıl sonra Basra’ya geri döndüğünde çarpıcı tavrı dikkat çekmeye başladı. Düşmanları arttı. Eşi ve ailesinin ısrarı ile Tüster’de iki yıl geçirdi. Sonra Basra’daki Müslüman Türklerin aracılığı ile Türkistan’a doğru, beş yıl süren uzun bir yolculuğa çıktı. Türklerin İslam’a girmesini ve dini tasavvuf penceresinden seyretmelerini sağlayan ilk öğretmenleri şüphesiz Hallaçtır. Beş yıl sonra döndüğünde aleyhindeki düşmanlık artmıştı. Sevenleri ise onu Hallac-ül Esrar diye anıyorlardı.
Ertesi yıl dört yüz müridi ile ikinci haccına gitti. Döndüğünde ailesiyle birlikte Bağdat’a göçtü. İki yıl sonra Onu bu defa Hindistan yollarında görüyoruz. Beş yıl süren yolculuğunun dönüşü yine Türk illeri üzerinden oldu.
908 yılında, elli yaşlarında iken üçüncü haccına gitti. Dönüşünde ağzının bentlerini yıktı, sansürü kaldırdı ve o meşhur sözünü söyledi :
- Ene’l Hak!
Yani; Ben hakkım!
Kendisine yapılan uyarı ve tehditlere şöyle cevap veriyordu ;
- Öldürün beni ey Müslümanlar. Öldürün ki, siz mücahit olasınız ben de şehit ! Ve şöyle dua ediyordu;
- Allah’ım, herkesi bağışlayıp affet. Ama beni değil! Bana nasıl istersen öyle muamele et.
910 da Hallaç ve bağlıları Karmati ajanı olarak suçlanmaya, müritleri yavaş yavaş tutuklanmaya başladılar. Kendisi saklanmak zorunda kaldı. 911 yılında bir kadının ihbarı ile Sus şehrinde yakalandı. Vasıt valisi Hamid tarafından Bağdat’a gönderildi ve günlerce sabah akşam halka teşhir edildi. Sonra hapse konuldu. Tam tamına 8 yıl, 7 ay, 8 gün. Hapishanede yazmaya devam etti. Vali Hamid’in dümen suyunda gidecek Hanefi bir kadı ile zındıkların tövbesini kabul etmeyen maliki mezhebinden bir kadı başkanlığında mahkeme kuruldu. Ene’l hak tartışılmadı. Mahkeme heyeti Vali Hamid’in baskıları altında, aşkı sadece etten ibaret zanneden bir görüşten hareketle Hallacı zındıklıkla suçladı. Yani, dinden dönmekle ve sapmakla !
Mahkeme uzun sürdü. Ancak sonuçta ölüm fermanı imzalandı. Hapishanede son ziyaretçileri İbn-i Ata ile ünlü Hafif eş-Şirazi oldu. Vali Hamid, Fermanı onaylamakta tereddüt eden Halifeye şöyle diyordu;
- Ey müminlerin emiri! Bu adam yaşarsa şeriatı değiştirir ve saltanatınızın yıkılmasına sebep olur.
Şeriat saltanatla eşitlenmişti ve idam fermanı onaylandı. Hallacın idam şekli insanlık tarihinin en ibret verici derslerinden biridir. 26 Mart 922 de 65 yaşında iken Horasan kapısına getirildi. Saçı sakalı beyazlamıştı. İki rekat namaz kıldı ve şöyle dua etti;
- Allah’ım! Şu topluluk senin kullarındır. Dinleri yüzünden ve sana hoş görünmek ümidiyle beni öldürüyorlar. Onları affet! Bana açtıklarını onlara da açsaydın, veya onlardan gizlediğini benden de gizleseydin bu hal başıma gelmezdi. İstediğin şeyler için sana hamd olsun.
Vali Hamid darağacının yanındaydı. Hallac’ın yanına gidip şöyle dedi;
- Seni elime düşüren kudrete hamt ediyorum ey Allah’ın düşmanı. Söyle bakalım, nasılmış insanlara elini ayağını öptürtüp, efendim sultanım dedirtmek!
Hallaç da ona ;
- Yaklaş ey soysuz, yaklaş da dinle! dedi ve bazı mısralar okudu.
Cellat önce kırbaçladı. Sonra alnına vurdu. Burnundan oluk gibi kan geldi. Sonra da kasaplık bir hayvan gibi doğrandı. Önce sağ eli ve sol ayağı sonra da sol el ve sağ ayağı, ve nihayet boynu vuruldu.
Şıbli onun doğranmış cesedine bakarken şöyle inledi;
- Ben sana sırları halka açma demedim mi?” 5

Hallac’ı dilim dilim doğrayanlar bu hakkı nereden alıyorlar dersiniz? Dediklerine göre Kitapta yeri varmış;

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki cezalarıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. Maide 5/33”

Okuyanlar ayeti ve düzeni nasıl anlamışlarsa, sürgünü kafi görmediler. Ebu Hüreyre’nin korktuğu, yıllar sonra Hallac’ın başına gelmişti.

*

Tam burada sözü şeriata bırakmak belki daha doğru olurdu. Ancak ne var ki gerek Hallac’ın kendisi, gerekse arkasından ağlayan Şıbli, yine sırdan ve esrardan söz etmektedirler.

Ancak nasıl bir sırdır bu sır ki Ebu Bekir bilir, Ömer bilir, Ali bilir, Osman bilir, Huzeyfe, Ebu Hüreyre, Hallac, Şıbli bilir, Muhiddin-i Arabi, Bayezid el Bistâmi, Cüneyd el Bağdâdi, Mevlâna, Yunus bilir. Daha uzaklarda Konfiçyus, Budha ve kim bilir bilemediğimiz kaç kişi daha!

Hiç böyle sır olur mu? Hayır, bu bir sır değildir ve esasen olmamalıdır. Çünkü dinde sır yoktur!

Kim diyor? Peygamberler bizzat kendileri. İşte Haz. İsa’nın sözleri;

“ Keşfedilmek için değilse gizli bir şey yoktur. Ve aydınlığa çıkmak için değilse, saklı bir şey yoktur. Markos 4/22”

Ya Son Peygamber?

Bir gün eşi Haz. Ayşe’ye şunları söylüyordu;
“ Her kim sana, Muhammet Allah’ın gönderdiği İslam ilminden bir şey sakladı derse, muhakkak yalan söylemiş olur. Çünkü Allah bana; Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana indirilenlerin hepsini bildir, diye emretti.” 6

Peygamberin bu konudaki başka bir konuşmasını vahiy katiplerinden Haz. Muaviye şöyle hatırlıyor;

“Bana vahiy olunan din ilmini tebliğ ederken, kimseyi kayırdığım veya kimseden bir şey sakladığım yoktur. Hak tarafından ne bildirilmişse herkese aynısını söylüyorum. Ancak sözlerim farksız olmakla birlikte, insanların anlayışı farklı farklı oluyor. Ben sadece dağıtıcıyım, veren ise Allah’tır. Ve Allah her kimin hayrını isterse, ona dinde büyük bir anlayış verir.” 7

Görüldüğü gibi Haz. İsa gibi, Son Peygamber de böyle bir sır olmadığını söylemektedir.

Şimdi anlaşılıyor ki sır yoktur diyenler de, sır vardır diyenler de haklıdırlar. Sır yoktur, çünkü her şey söylenmektedir. Sır vardır, çünkü bazıları anlamıyor.

Dinlerin büyük sırrı, insanın anlayışsızlığıdır. Nitekim Peygamber bunu iyi biliyor olmalıdır ki veda haccında;

“ - Benden sonra, birbirinin boynunu vuran kâfirlere dönmeyiniz!” sözleriyle başlayan tarihi konuşmasını şu cümlelerle bitirmektedir.
" - Sözlerimi, burada bulunanlar bulunamayanlara iletsinler! Ola ki kendilerinden daha anlayışlı birine iletmiş olurlar." 8

Sanki din kavramı bizim için kilitli bir kapı, anahtarı da anlayışımız gibidir. Belki de bunun içindir ki, Son Peygamber kendisine hizmet eden çocuk yaştaki yeğeni Abdullah’a bir gün şöyle dua ediyordu. Abdullah bin Abbas kendisi anlatıyor;

“ Peygamber bir gün helâya gitmek istedi. Ben de temizlenmesi için su götürüp bıraktım. Suyu görünce, 
- Bunu kim getirdi? diye sordu. Söylediler. Bunun üzerine, 
- İlahi! Onun anlayışını artır, diye dua buyurdu.” 9

Oysa Peygamberin sözleri sadece dua değil, Kuran’da bir ayetti;

“ Allah kimin hayrını isterse ona hikmet verir. Ve kime hikmet verilmişse, büyük hayır verilmiş demektir Bakara 2/269”

Hikmet mi? Hikmet, herkesin bilmediği gizli bilgi demekmiş.
Hiçbir şey saklanmadığına göre, hikmet dedikleri bu gizli bilgi sakın kendi anlayışımızda gizli olmasın?

Sanırım şu anlayış meselesini iyice gözden geçirsem iyi olacak.

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 117
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 451
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 266
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 224
5 Hallac-ı Mansur ve eseri Yaşar Nuri Öztürk Yeni boyut / 1996 Tek kitap 18
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 11 90
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 77
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 403
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 135



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder