29. Atamız Adem

Atamız Âdem kimdi?

Yakın zamana kadar büyüklerimiz ilk insanın Âdem olduğunu söylüyor, biz de evet diyorduk. Öyle ya, her şeyin olduğu gibi insanın da bir başlangıcı olması gerekmiyor mu?


Ta ki bir İngiliz bilim adamı ortalığı karıştırıncaya kadar. Onunla birlikte bilim ve din arasındaki eski bir kavga yeniden ateşlendi ve hâlâ devam ediyor. O bilim adamı Charles Darwin’dir.

“ 1809 yılında seçkin bir ailede doğdu. Tıptan papaz okuluna kadar uzanan ve hepsi de yarım kalan başarısız bir öğrencilik hayatı oldu. 1831’de 22 yaşındayken Beagle adlı bir bilim araştırma gemisiyle uzun bir yolculuğa çıktı. Kıyıya çıktıkları her yerde uzun, güç ve tehlikeli keşif gezilerine çıkıyor, çevreyi inceleyip örnekler topluyor, notlar alıyordu. Yolculuk beş yıl sürdü ve 1836’da İngiltere’ye döndü.

Sonraki yirmi yıl boyunca bu notlar üzerinde çalıştı. Darwin, tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçilerin daha iyi bir ürün elde etmek için özenle üstün nitelikli tohumluk seçtiklerini biliyor, dünyadaki evrimin temel ilkesinin de bu olduğuna inanıyordu. Yaşam savaşında türler birbiriyle rekabet hâlindeydi. Güçlü olan ve çevreye uyum gösterebilen yaşıyor, zayıflar yok oluyordu. Doğal yaşam zorlayıcı bir güçtü. Bu nedenle bütün canlılar en basitten en gelişmişe doğru zorunlu bir evrim geçirmişlerdi.

Darwin bu çalışmalarını, Türlerin Kökeni isimli bir kitapta 1859 yılında yayınladı. Gerçi evrim teorisi daha önceleri Fransız Montesquieu, Diderot ve Lamarck tarafından da öne sürülmüştü ama, Darwin bu konuda yeterli bilimsel kanıt sunan ilk bilim adamıydı. Darwin bu çalışması ile iki ayrı grubun birden düşmanlığını kazandı. Karşı çıkan bu gruplardan biri Darwin’in gölgesinde kalmaktan korkan eski kafalı bilim adamları, diğeri ise din adamlarıydı.

Teori özellikle din adamları için daha da tehlikeliydi. Çünkü hem Tevrat’taki yaratılış öyküsünü yıkıyor, hem de bu yaratılışta Tanrısal iradeye yer olmadığını ortaya koyuyordu.

Evrim Teorisinin, doğa bilimlerinin yanı sıra sosyal bilimlerin gelişmesinde de önemli etkileri oldu. Darwin, İnsanın maymundan türediğini hiçbir zaman doğrudan söylememiş olsa da, Evrim teorisi sık sık bu suçlamadan yola çıkan saldırılarla karşılaştı.” 1

Darwin’in evrim teorisi ile başlayan bu tartışmalar bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de hâlâ devam ediyor. Neden?

Bir Yahudi’nin ya da bir Hıristiyan’ın bu konudaki tepkisine belki hak verilebilir, fakat bir Müslüman’ın asla! Bir Müslüman’ın, kendi tarih ve kültürü ile tanışmadan önce Darwin’e karşı çıkmaya hakkı olabilir mi?

İnsanın atasının maymun olduğunu ilk söyleyen kimdi bilmiyorum ama, Darwin olmadığını biliyorum. Çünkü aynı sözü, hem de Darwin’den 650 yıl önce söyleyenlerden biri, İslam düşünürlerinden Muhiddin-i Arabi’dir.

İşte sözleri!
“ Gezegenlerle dolu olan evrende her şey birbirini etkilemektedir ve tüm nesneler bu etki nedeniyle meydana gelirler. Bu etkiler, meydana gelen her şeyde o şeyin en gelişmiş türünü ortaya çıkarmıştır. Âlemde ilk varlık gazlar, sonra su, ve sonra sırasıyla madenler, bitkiler ve hayvanlardır. Bu sıralamada en son olarak beliren insandır. Hayvan, insanın atasıdır.
En gelişmiş maden altın, en gelişmiş bitki vak vak ağacıdır. Hayvanlardan en gelişmiş olanı da insandır. Bunlardan her iki varlık arasında başka bir ara varlık vardır. Madenlerle bitkilerin geçiş noktası men denilen bir mantar türü, bitkilerle hayvanlar arasındaki geçiş hurma ağacı ve hayvanlarla insan arasındaki geçiş ise, bir maymun cinsi olan şebektir.” 2

Evet, ne düşünüyorsunuz?

Sadece inanan, ama bilmediğini bilen insaf sahibi Müslümanların bu tartışmada şimdilik tarafsız kalmalarını istirham ederim. Çünkü tartışmamız inananlarla değil, “Hayır, benim dediğim doğru!” diyen şeytanladır.

Bana göre Müslümanlar bilimle tartışmadan önce kendi dinleriyle tartışmalıdırlar. Hem Osmanlıyı savunacaksınız, hem de onun savunduğunu inkar edeceksiniz! Böyle anlamsız bir tutarsızlık olur mu? Ya Osmanlıyı ve şeyhülislamların bile özel fetva ile tasdik ettiği Muhiddin-i Arabi’yi inkar edeceksiniz, ya da oturup inançlarınızı yeniden gözden geçireceksiniz.

Bu özeleştiriyi yapmak zorundayız ve ben şimdi bunu yapacağım.

*

Âdem kimdir? Kutsal kitapların bildirdiğinin dışında hiç kimsenin bu konuda bilgisi olamaz, yok da!

Şu halde gelin şu kutsal kitapları dikkatlice bir daha okuyalım.

“Ve gökler, ve yer ve onların bütün orduları tamam olundu. Ve Allah, yaptığı bütün işi altı günde bitirip yedinci günde istirahat etti. Ve Allah, yedinci günü mübarek kıldı ve onu takdis etti. Çünkü Allah, yaratıp yaptığı bütün işten o günde istirahat etti. Tekvin 1/ 1-3”

Son Peygamber Tevrat’ın bu sıralamasına itiraz eder. Peygamberin itirazı neyedir? İnsanın hayvan kategorisine dahil ediliyor olmasına mı? Yoksa Allah’ın yorulmuş olmasına mı?

Bazı Müslümanlar, Peygamberin yedinci günde insanın yaratıldığını söylemesinden, insanın hayvandan bağımsız olarak yaratıldığı anlamını çıkarırlar.

Hangi hakla? Kuran’ın hangi ayetine veya Peygamberin hangi sözüne istinaden böyle düşünülüyor?

Yoksa Allah’ın âlemleri yarattığı altı günün ve sonra insanı yarattığı yedinci günün, bizim bildiğimiz günlerden olduğu mu sanılıyor? Hani bizim bir günümüz Allah için bin yıl gibiydi, elli bin yıl gibiydi?

Peygamber aynı hadiste, insanın yaratılışının o cuma gününün akşam saatlerinde tamamlandığını söyler. Yoksa, ol dediğinde olduruveren Allah insanı yaratırken zorlandı mı? Yoksa Hıristiyanların zannettiği gibi akşama kadar istirahatta mıydı?

Yeni Müslüman olduğu halde Haz. Cübeyr’i bile hayran bırakan,
“ Yoksa onlar nedensiz mi yaratıldılar Tur 52/35” ayetini hiç okumadığımız, anlamadığımız anlaşılıyor. Allah’ın her şeyi bir sebeple yarattığını, her şeyi sebeplerle birbirine bağladığını unutmuş görünüyoruz.

Bana göre Peygamber insanın maddi geçmişi ile değil, Allah anlayışımızdaki yanlışlıklar ile uğraşmaktadır.

*

Uzun yıllar önce, zannederim basında yada televizyonda izlediğim batı kaynaklı bir haberde, Âdem’in belirli bir insan olmayıp sadece bir kavram olduğunun iddia edildiği bildiriliyordu. Kaynağını tespit edemediğim bu yabancı görüşün sahibini tanımak, kendisini tebrik etmek isterdim. Çünkü tamamen katılıyorum. Nitekim bu anlayış daha sonra ülkemizde de dile getirilir oldu.

Arapça sözlüğe baktığınızda, Âdem kelimesinin hemen yanında başka bir Adem daha görürsünüz. Kolay fark edemezsiniz ama farklıdır. Âdem ilk insan, Adem yokluk demektir. Âdem ve Adem. Ne kadar da yakınlar! Neden bu kadar yakınlar acaba?

Bu isimleri tanımlayan eski atalarımız, birbirinden çok farklı bu iki anlamı, neden bu kadar yakın iki kelimeye yüklesinler? Sakın aralarında gizli bir ilgi olmasın!

Böyle bir ilgi vardır ve üstelik gizli de değildir. Çünkü Adem yokluk demektir ve bu yokluk, bana göre insanın belli bir bedensel atası olmadığının ifadesidir. İnsanın atası, maymunlardan balıklara, balıklardan yosunlara uzanan uzun, çok uzun bir evrimdir. İnsanın gerçek geçmişi, yaratılışın derinliklerindedir. Böyle olması, insanın topraktan ve sudan yaratıldığına ters düşüyor mu?

Son Peygamber kadir gecesinden söz ettiği bir hadiste, o gecenin sabahında kendimi su ve balçık içinde secde eder gördüm derken, ne demek istiyordu dersiniz?

Başka bir hadiste, ertesi günü yağmur yağdığı, yağmurun mihrabın üstünü örten dalların arasından sızdığı, secde yerinin ıslanması sonucu da Peygamberin alın ve burnunun çamurlandığı anlatılarak rüyanın gerçeklendiği anlatılmak istenir. Bu hadisin gerçek mi, uydurma mı olduğunu bilmiyorum. Doğru değilse, kadir gecesi hakkındaki bu çok önemli hadisi anlayamayan, ama Peygamberin sözünü de mutlaka anladıkları bir sonuca bağlamak isteyenlerin lüzumsuz bir gayreti olduğunu düşünürüm. Değilse, doğru kabul edenlere sormak isterim,

Siz Peygamberin kadir gecesinde uyuduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Yoksa sadece ertesi gün yağacak bir yağmuru haber verdiğini mi?

Bana göre hadisin gerçek anlamı, Peygamberin her şeyin topraktan yaratıldığına olan inancıdır. Peygamber maymunu çoktan geçmiş, varlığın ezeli geçmişinde bir toz tanesi kadar bile olmadığını düşünmektedir. Esasen bu böyle olduğu içindir ki, tasavvuf anlayışında zerre anlayışı çok önemsenmiş ve Allah karşısındaki tevazunun sembolü olagelmiştir.

Geçmişimiz maymun olsa bundan ne çıkar? Önemli olan bizim şimdi ne olduğumuz değil mi? Dışarıdan insanmış gibi görünen birçok insanın bırakın taklitçi maymunu, gerçekte tembel bir eşek, sinsi bir yılan veya saldırgan bir köpek gibi davrandığını görmüyor muyuz? Üstelik hayvanlar da bizim gibi topraktan değil mi? Topraktan gelip toprağa gitmiyorlar mı? Maymunlarla aynı topraktan yaratılmış olmak gücümüze gitmiyor da, maymundan gelişmiş olmak niçin gücümüze gidiyor?

Şimdi biçare hayvanlara karşı övünüp büyüklenmeyi bir tarafa bırakalım da, gelin şu ayeti bir daha tefsir edelim,

“ Kendilerine koyduğumuz yasakları aştılar ve onlara, Basit birer maymun olun, dedik. Araf 7/166”

Anlayamadınız, hâlâ maymunda mı kaldınız? O halde bir de şunu tefsir edelim,

“ Onlara şu adamın haberini de anlat. Ona ayetlerimizi vermiştik ama, inkar ederek azgın şeytanlardan olmuştu. Dileseydik onu bu ayetlerle yükseltirdik, ancak o kendi hevesine uyarak aşağılığa saplanmayı istedi. Onun durumu köpeğin şu hâline benzer ki, üzerine gitsen dilini çıkarıp solur, bırakıp uzaklaşsan yine dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlayan kimsenin durumu işte böyledir. Sen onlara bu örneği anlat, ola ki üzerinde durup düşünürler. Ayetlerimizi inkar ederek kendine zulmeden bir millet ne kötü bir misaldir. Allah’ın yol gösterdiği hak olan gerçeğe ulaşmıştır, saptırdıkları ise mahvolanlardır. Ant olsun ki, biz insanlardan ve cinlerden bir çoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var anlamazlar, gözleri var görmezler, kulakları var işitmezler. Hayvanlar gibidir bunlar, hâttâ daha da aşağı. İşte bunlar, gafillerin ta kendisidir. Araf 7/175”

Hâlâ mı anlamadınız?
Şu halde gelin biraz daha açık konuşalım. Bakın amentüde “ve kütübihi” diyerek iman ettiğimiz Tevrat ne diyor;

“ Ademoğlunun yaratılışı, Allah onları denesin ve kendilerinin ancak bir hayvan olduklarını görsünler diyedir. Görmüyor musun insanın başına gelen hayvanların başına da geliyor ve başlarına gelen şey birdir, bu nasıl ölüyorsa öteki de öyle ölüyor. Hepsinin bir soluğu var ve insanın hayvana üstünlüğü yoktur. Hepsi aynı topraktan geliyor, aynı toprağa gidiyorlar. Ancak şu var, Ademoğlunun ruhunun yukarıya çıktığını, hayvanın ruhunun aşağıya indiğini kim biliyor? Vaiz 3/18”

Nasıl?
“ Ant olsun biz insanı en güzel surette yarattık da, sonra aşağıların aşağısına ittik. Tin 95 / 4” ayetini anlamak şimdi daha kolay değil mi?

Müslümanlar! Lütfen maymunu çabucak geçiniz. Maymun artık çok gerilerde kaldı. Geçmişimizin maddi sebebi maymun, solucan, hâttâ bir bitki bile olsa biz artık insanız!

Sahi, insan ne demek kim biliyor? Doğrusu henüz ben bilmiyorum da!

*

Şimdi daha önce okuduğum bir alıntıya tekrar geri dönmek istiyorum.

“ Dildeki her söz, çalışmadaki her hareket, bilimdeki her kavram, kuşakların bir yere toplanmış tecrübesidir. Irmağın akan suları ırmakta kaybolmadığı gibi, eski kuşakların tecrübeleri de boşa gitmemiştir. Bir zamanlar yaşamış olan insanların emeği, insanlık tecrübesinin ırmağında, yaşamakta olan insanların emeği ile kaynaşmaktadır.
Irmağın kaynağına, her şeyin başlangıcına işte böyle vardık. Çalışan, konuşan ve düşünen bir varlık olan insan işte böyle doğdu. Maymun değişe değişe insan haline gelinceye kadar geçmiş olan binlerce yıla göz atarken, Frederich Engels’in, insanı emeğin yarattığı hakkındaki sözlerini hatırlamamak imkansız.”

Bir çok Müslüman için Engels’in insan ve emekle ilgili bu sözlerini anlamak imkanı yoktur. Çünkü onlar yaşamakta olduğumuz her gerçeğin bir ayet olduğunu unutmuşlardır. Çünkü onlar gözlerini Allah’ın yarattığı gerçeğe kapamışlar, zanlarını din edinmişlerdir. Bu nedenledir ki Allah’ın,

“ İnsan için kendi emeğinden başka bir şey yoktur. Necm 53/39” ayetini bile, hiç akıllarından çıkarmadıkları dünya malının üzerine taşıyamazlar.

*

Dede, Allah ve din hakkında söylenen her sözün Kuran’a ve hadislere dayalı bir senedi olması gerektiğini söylerdi.

Eğer konuştuklarım doğru ise bir senedi olmalıdır ve bana göre bu senet Âdemin boyudur. Niçin 50 veya 70 zirâ değil de 60 zirâ?

Cebrail’in altı yüz kanadı olduğunu anlayanlar, artık Âdemin boyunu da anlamışlardır. Yani, altı ve on! Altı, yani âlemin altı günde yaratılışı Âdemin yaratılışının sırrıdır. İnsanın yaratılışı maymundan daha öncelerde, geçmişin derinliklerindedir. Ya on? Bakalım neymiş, Muhiddin-i Arabi anlatıyor;

“ Şunu bilin ki, tüm kainat dört âlem üzerinde dönmektedir. Yaşayan âlem, Değişen âlem, Gelecek âlem ve Neseb âlemi. Bu âlemlerin her birinin bir anlamı vardır ve her biri kainat dediğimiz büyük âlemin bazı özelliklerini taşırlar. Yaşayan âlemdeki bir şey kainatın 4 gerçeğini, Değişen âlem 25 gerçeğini, Gelecek âlemdeki bir şey ise kainatın 20 gerçeğini kapsar. Bu 49 ana gerçek her şeyde olduğu gibi insanda da mevcuttur. Neseb âlemi ise, büyük âlemden 10 gerçeği kapsar.” 3

Neseb Arapça bir kelimedir. Diğerlerini sadeleştirdiğim halde ona özellikle dokunmadım. Nedir biliyor musunuz?

Sözlük şöyle diyor; Geçmiş. Soy, kök, atalar zinciri.

Bu 49 gerçeği ve içindeki sayıların anlamını henüz ben de bilmiyorum ama, artık inanıyorum ki atamızın boyu gerçekten 60 zirâdır. Allah’ın altı günde yarattığı ve her günü on gerçekle kuşatılmış.

Nasıl, bu senedi kabul etmiyor musunuz?

Şu halde ben size bir çek vereyim. Gerçi biraz uzun vadeli, üç yüz yıllık ama olsun, sağlamdır.

Eski hikayeler, cennetten kovulan Âdem’in üç yüz yıl ağlayıp inledikten sonra affedildiğini anlatıyor. 4

Hadi şimdi söyleyin bakalım bu ne demek? Söyleyin, niçin iki yüz veya beş yüz değil de üç yüz yıl?

Bilemediniz mi? Evet, Haz. Cebrail’in kanatları olduğuna inanmaz ve onu dinlemezseniz bilemezsiniz.

Şimdi, hisseden canlılar âlemini hatırlayın. Bitkiler, hayvanlar ve insan! İşte size üç yüz yıl. Her biri yüz mükemmellikte yaratılan ve Allah’ın ölçüsüyle üç gün süren. İnsan olmak için acı çekilip göz yaşı dökülen üç yüz yıl! Bizim yılımızla kim bilir kaç milyar yıl!
Ademde yok olan Âdemi şimdi siz de görebiliyor musunuz?

Nasıl, yoksa bunu da mı beğenmediniz? Peki kabul, sizdeki karanlığı satın almaya kararlıyım ve nakit ödeyeceğim.

“ Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler. Kehf 18/25”

Hayır, bilmediğinizi biliyorum ve açıklamanızı isteyecek değilim. Bu ayetin anlattığı Yedi Uyuyanlar Efsanesi, bize Hıristiyanlardan miras kalan eski bir bilginin hikayesidir. Bu efsanedeki uyuyanlar, üç yüz yılda yaratılan insanlıktır, insandır.

Ya dokuz? Söz ettiğimiz dokuz, özellikle sıcak iklimlerde erken başladığı bilinen ergenlik yaşıdır. Yani, günahsız uyumakta olan bir insanın kendi nefsine uyanması! Peki bütün insanlar dokuz yaşında mı buluğa eriyor? Üstelik hani insanın uyanması gerçeği görmesiydi?

Haklısınız, nitekim bir sonraki ayet de bu düşünceyi doğruluyor ve şöyle diyor;

“ De ki, - Onların ne kadar uyuduklarını Allah daha iyi bilir. Onun elindedir göklerin ve yerin bilinmezlikleri. Kehf 18/26”

Bunu da beğenmediyseniz, öyle anlaşılıyor ki sizin bir şeyler alıp satarak kâr etmeye niyetiniz yok. Bari dilinizi tutuyor olsaydınız.

*

Biliyorum, öğrendiklerimin ve düşündüklerimin hepsi doğru. Her şey Kuran ve Peygamberin denetimi altında. Ama yine de içimde garip bir duygu, sanki bir yerlerde bir şeyler eksik. Siz de hissediyor musunuz..?

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Ana Britannica Ansiklopedi Ana Yayıncılık / 1988 6 622
2 M. Arabi Fütuhat-ı Mekkiye Selahaddin Alpay Şakir Hoca / 1980 Tek kitap 359
3 M. Arabi Tasavvuf Yolu Selahaddin Alpay Sümer / 1973 Tek kitap 223
4 Mearicu’n Nübüvve A.Faruk Meyan Berekat / 1976 Tek kitap 130

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder