18. Hazreti Cebrail

Cebrail’in kanatlarından Cebrail’in kendisine geçiyor ve çalışmaya Son Peygamberin hayatından kısa bir bölümü aktararak başlıyorum.

“Yıl 613. Son Peygamber kırk iki yaşındadır ve yaklaşık üç yıldır, doğduğu şehir Mekke’de İslam’ı anlatmaya çalışmaktadır. Ancak Mekkeliler, kendilerini atalarının dininden döndürmeye çalışan bu farklı anlayışı pek sevmezler. Gerçi Peygamber söylediklerinin yeni bir şey olmadığını, İsa’nın ve Musa’nın da atası olan İbrahim’i anlattığını söylemektedir ama dinleyen yok gibidir.

Kendisine inanan çoğu fakir ve köle iki yüz kadar yandaşı ile birlikte toplumdan dışlanmış, zor şartlar altında yaşamaya çalışmaktadırlar. Kendisi, köklü bir kabileye mensup olan amcası Ebu Talibin desteği sayesinde henüz öldürülmekten korunabilmektedir ama diğerlerinin durumu daha da güçtür. Fakirlik ve işsizliğin yanı sıra, tehditler ve ara sıra dayak da başlamıştır. Son Peygamber oldukça üzgündür. Ah bir mucize olsa! Fakat olmaz. Çünkü mucizeler ancak Allah katındadır ve Allah o anda kullarının kudretini seyretmeyi dilemektedir.

Nihayet 615 yılının eylül ayı başında on beş kişilik bir grup Müslüman, bin bir güçlük içinde önce Kızıldeniz kıyısına, oradan da gemilerle komşu ülke Habeşistan’a göç eder. Bunu, 617 yılı başlarında seksen dört kişilik ikinci bir kafilenin göçü izler.

Yıl 619. Önce amcası Ebu Talip, üç gün sonra da eşi Hatice arka arkaya vefat ederler. Öldüklerinde, amcası Ebu Talip seksen yedi, eşi Hatice altmış beş yaşındadır. Son peygamber mahzun ve yapayalnızdır. Baskılar, tehditler, hakaretler daha da artar. Kendisi ve kalan diğer Müslümanlar için sığınılacak uygun bir yer, güçlü bir taraftar bulmak zorundadır.

Yıl 620. Bu düşünceyle, Sakif kabilesinin ileri gelenlerinden Yalil Oğulları ile görüşmek üzere Mekke’nin yüz kilometre güneydoğusundaki Taif’e gider. On gün boyunca anlatır, anlatır. Ancak reddedilmekle kalmaz, adeta kovulur. Evlatlığı ve yardımcısı Zeyd Bin Harise ile birlikte Taif’den ayrılırken ayakları kan içinde, çoluk çocuk tarafından taşlanmaktadır. 1

O günlerde ne kadar acı çektiğini eşi Haz. Ayşe anlatıyor,
“ Bir gün Peygambere ,
- Uhud savaşından daha üzücü bir günün oldu mu? diye sordum. Peygamber,
- Evet, dedi. Mekke’de karşılaştığım eziyet üzerine Taife gidip de Abd-i Yalil’e sığınmak istediğim zaman, beni geri çevirmişti. Ben de kederli ve şaşkın bir halde Mekke’ye geri dönüyordum. Bu üzüntüm, Sealib dağına varıncaya kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp da gökyüzüne baktığımda, bir bulutun beni gölgelendirmekte olduğunu fark ettim. Buluta dikkatle baktığımda ise, içinde Cebrail’i gördüm.” 2

Hadisin devamında Peygamberin Cebrail ile olan konuşması anlatılır ama, benim asıl merak ettiğim o sırada yanında bulunan evlatlığı Zeyd bin Harisedir. Cebrail’i o gün o da görmüş müydü acaba?
İslam tarihinde Cebrail’i o gün onun da gördüğünü bildiren hiçbir haber yoktur. Ve eminim o gün orada olsaydım ben de bir şey göremezdim. Göremezdim, çünkü bulut işin bahanesidir.
Nitekim Peygamber yıllar sonra bir gün konuşurken, gelip geçen bulutlara değil, o bulutların arkasında saklanan düşüncelere baktığını kendisi söylemektedir. Bu konuşmayı orada bulunanlardan biri şöyle hatırlıyor;

“Mekke’nin Bathâ mevkiinde, aralarında Peygamberin de bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Peygamber,
- Bunun ismi nedir bileniniz var mı? diye sordu.
- Evet bu buluttur! dediler. Peygamber;
- Buna müzn de denir, dedi. Oradakiler,
- Evet müzn de denir, dediler. Bunun üzerine Peygamber,
- Anân da denir, buyurdu. Ashap,
- Evet anân da denir, dediler. Sonra Haz. Peygamber,
- Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır? diye sordu. Hayır, bilmiyoruz diye cevapladılar. Peygamber,
- Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki semanın uzaklığı da böyledir. Resûlullah yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti,
-Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabâni keçi suretinde melek var. Bunların tırnakları ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arşın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah ise, bütün bunların üzerinde başka bir yüceliktir.” 3

Arşın keçilerini ben de anlamadım ama, Peygamberin bulutlar hakkında bilimsel bir konferans vermek niyetinde olmadığını anlayabiliyorum. Anlayışlarımızın bir buluta takılıp kalmasını engellemeye ve Haz. Cebrail’i anlatmaya çalışmaktadır.
Bulutlar, Cebrail ve Peygamber! Hadisler hakkındaki bu anlayışım doğru mu acaba?

Kuran’a bakarsanız galiba doğru.
“ Rüzgarların bir düzen içinde sağa sola çevrilmesinde ve yerle gök arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını kullanan kimseler için sayısız işaretler vardır. Bakara 2/164”

*

Bir gün Peygambere sordular,
“ -Vahiy sana nasıl gelir? Peygamber şöyle cevap verdi,
- Bazen çıngırak veya zincir sesi gibi gelir ki, bana en ağır gelen budur. O hal üzerimden geçince meleğin söylediğini iyice anlamış olurum. Bazen de bir insan suretinde belirir ve benimle konuşur. Ben de onu dinleyip anlarım.” 4

Vahyin söz konusu olduğu bütün hallerde, Cebrail ya Peygamberin kendi anlayışında veya başka bir insanın kişiliğinde belirmektedir. Görünen her varlık Cebrail’e kanat olup bilgi getirmekte ise de, Cebrail’in bir kuş, bir balık ya da bir çiçek suretinde gelebildiğini hiç duymadım. Çünkü düşüncelerini konuşarak aktarabilen tek akıllı varlık insandır ve esasen Cebrail, tasavvuf dilindeki anlamıyla “Büyük Akıl” demektir.

Son Peygambere vahiy getiren büyük akıl meleği Cebrail’i Peygamberden başka gören var mıydı acaba?
Bazen evet, bazen hayır! Cebrail, Peygamberin kendi anlayışında belirdiği anlarda hiç kimse hiçbir şey görmedi. Göremezdi, çünkü gözün görebileceği bir şey yoktu. Haz. Ayşe bunu şöyle anlatıyor,

“ Bir gün Peygamber ,
-Ya Ayşe, şu yanımdaki Cebrail’dir! Sana selam ediyor, dedi. Ben de selamı alıp,
- Sen benim görmediğimi görüyorsun, dedim.” 5

Bu konuşmanın cereyan ettiği günlerde Peygamberin elli beş, Haz. Ayşe’nin ise henüz on beş yaşlarında olduğunu hatırlatmak isterim.
Bu da başka bir hatıra, arkadaşlarından Ebu Zer anlatıyor.

“ Bir yolculukta Peygamberle birlikte bulundum. Dönüş yolunda Uhud dağını görünce,
- Uhud dağı kadar altınım olsa, bir tanesinin bile üç günden fazla yanımda kalmasını istemem. O bir altını da ancak, ödenecek bir borcumun karşılığı olarak bırakırdım, dedi. Sonra devam etti; Malı ve parası çok nice zengin insanlar vardır ki, eğer mallarını yoksullara ve hayırlı işlere harcamıyorlarsa Allah katındaki kıymetleri pek azdır. Zengin olup da böyle yapabilen insanlar da her halde çok değildir, buyurdu. Daha sonra da bana;
- Biraz bekle! buyurup, biraz öteye gitti. O sırada bir ses işitip Peygamberin yanına gitmek istediysem de, bekle dediğini hatırlayıp vazgeçtim. Peygamber gelince,
- İşittiğim o ses neydi? diye sordum.
- Sen de duydun mu? dedi.
- Evet ! dedim. Bunun üzerine Peygamber,
- Cebrail gelmişti. Bana, Ümmetinden her kim Allah’ın birliğini bilerek ölürse cennete girer buyurdu, dedi. Ben,
- Günah işlese bile mi? diye sordum. Peygamber,
- Evet! diyerek tasdik etti.” 6

Evlatlığı Zeyd Bin Harise’nin ve eşi Haz. Ayşe’nin göremediğini, o gün arkadaşı Ebu Zer de göremedi. Ya işittiği ses neydi? Her ne kadar hadisin ekinde verilen açıklamada,“ Peygamberin cevabından, işitilen bu sesin Haz. Cebrail’in mübarek sedası olduğu açıkça anlaşılmaktadır.” denmekte ise de, vahiy katiplerinden Zeyd bin Sabit vahiy esnasında duyulan bu mübarek sesi bilmektedir ve şöyle tarif ediyor,

“ Peygambere vahiy geldiği anda kendisini bir sıkıntı kaplar, inci gibi ter döker, sonra açılırdı. Vahiy esnasında vücuduna önce bir titreme gelir, kederlenir ve yüzü kül gibi solardı. O esnada gözlerini kapar ve horultuya benzer bir sesle şiddetle soluk alıp verirlerdi.” 7

*

Buraya kadar hep Haz. Cebrail’in görünmezliğinden söz ettim. Halbuki ara sıra görünürmüş ve şimdi sıra Cebrail’i görenlerin hatıralarında.

Cebrail Peygamberin kendi anlayışında belirdiği anlarda hiç kimse hiçbir şey göremiyordu ama, insan suretinde geldiği zaman orada bulunan bazıları onu görebiliyorlardı. Görünen Cebrail her nedense de özellikle Peygamberin arkadaşlarından Dihye bin Halife’ye çok benziyor ve genellikle onun suretinde geliyordu. Peygamberin yanındaki pek çok kişinin, Cebrail’i bu surette gördüğü söyleniyor.
Cebrail’i Dihye suretinde iken görenlerden biri Peygamberin eşlerinden Ümmi Seleme’dir.

“ Bir gün Peygamber, eşlerinden Ümmi Seleme’nin yanında iken Cebrail Dihye suretinde gelmişti. Peygamberle konuşmağa başladılar. Sonra kalkıp gitti. Peygamber Ümmi Seleme’ye, O kimdi biliyor musun? dedi. Ümmi Seleme, Dihyedir diye cevap verdi. Ümmi Seleme derdi ki; Yemin ederim, Peygamber Cebrail’den aldığı vahyi mescitte ashabına bildirinceye kadar ben Cebrail’i şüphesiz Dihye sandım.” 8

Tarihi kayıtlarda pek çok kişinin Cebrail’i Dihye suretinde gördüğü bildirildiği halde, Cebrail Dihye suretinde iken gerçek Dihye’nin nerede olduğunu ve ne yaptığını merak edip sorana hiç rastlamadım. Acaba Ümmi Seleme sonradan sormuş mudur Dihye’ye, o saatte nerede olduğunu ve ne yaptığını?
Hayır, sormamıştır. Çünkü O Son Peygamberden Cebrail’i öğrenmiş ve bize öğretmeye çalışmaktadır.

Ümmi Seleme’nin sözlerinden benim çıkardığım gerçek şudur; Ümmi Seleme’nin de görüp işitebildiği gerçek bir insan, Peygambere gelip bir süre görüşmüştür ve bu insan gerçekten Dihye’dir. Çünkü, Ümmi Seleme bu konuda yemin edebilecek kadar emindir.

Ta ki, ne zamana kadar! Ta ki son Peygamber mescitte konuşup da, bu görüşmede Cebrail’den aldığı vahyi bildirinceye kadar. O yıllarda hanımlar günlük namazlarını mescitte kılabilirlerdi ve Ümmi Seleme de cemaatin arka sıralarında Peygamberi dinlemekteydi. Dinlerken, büyük bir heyecanla birdenbire Dihye’yi ve Peygamberle olan konuşmalarını hatırladı. Peygamber, Dihye ile konuştuğu konuda ve onun sözlerine yakın ifadelerle, yeni indirilen bir ayeti okumaktaydı. Son Peygamber iyi bir öğretmendi ve Cebrail’i görebilmeyi artık O da öğrenmişti.

Ya Dihye? Herkesin bildiği gibi, Dihye de Cebrail’in sık sık kendi suretinde geldiğini bilirdi. Ne var ki her defasında olduğu gibi, Peygamberle görüşürken Cebrail’in kendi suretinde olduğunu ve kendi diliyle Son Peygambere vahiy vermekte olduğunu yine hissetmedi. Her zamanki gibi, Dihye’nin kelimeleri Peygamberin anlayışını harekete geçirmişti ve Dihye dönerken Cebrail’in Peygambere neler anlattığını bilmiyordu.

*

On dört yaşlarındayken Cebrail’i göremeyen Haz. Ayşe’nin, biraz daha büyüdüğü sonraki yıllarda gördüğünü biliyor muydunuz? Anlattıkları Ümmi Seleme’nin anlattıklarını doğrulamakta ve açıklamaktadır.

Haz. Ayşe Cebrail’i nasıl gördüğünü şöyle anlatıyor,

“ - Peygamber, Hendek savaşından sonra eve dönüp soyundu ve yıkanırken Cebrail geldi. Baştan ayağa toz içindeydi. Peygambere; - Ey Allah’ın Resulü! Silahınızı bıraktınız mı? Vallahi ben bırakmadım, dedi. Peygamber, 
- Şu halde sefer nereye? diye sordu. O da, 
- Şuraya! diyerek, Kurayza oğullarının yurduna doğru işaret etti. Bunun üzerine Peygamber hemen oraya hareket etti.” 9

Haz. Ayşe’nin baştan ayağa toz içinde gördüğü bu Cebrail yine Dihye miydi acaba?

Cabir Bin Abdullah anlatıyor,

“ Hendek savaşında, Kureyş ile birlikte bütün Arap kabileleri İslam aleyhine harekete geçmiş ve Kurayza oğulları da anlaşmayı tek taraflı bozmuşlardı Durumun çok tehlikeli bir hal alması üzerine Peygamber ; 
- Bana, Kurayza oğullarından kim haber getirir ? diye sordu. Zübeyr ; 
- Ben! dedi. Peygamber bir daha, 
- Kim bana Kurayza oğullarından haber getirir? diye sordu. Zübeyr yine, 
- Ben! diyerek cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber; 
-Her Peygamberin ashabı içinde gözdeleri vardır. Benim gözdem de Zübeyr’dir, dedi.” 10

Zübeyr’in oğlu Abdullah o sıralarda çocuktur. O gün gördüğü şeylerin önemini yıllar sonra anlamış ve bize bir şeyler anlatmak istemektedir,

“Hendek savaşı sırasında ben henüz çocuktum. Ebu Seleme’nin oğlu Ömer ile beraber, Peygamberin eşlerinin yanında kalıyorduk. Bir de baktım ki babam Zübeyr, atının üzerinde Kurayza oğullarına gidiyor. İki üç defa gidip geldi. Eve döndüğümüzde babama,
- Baba! Ben seni Kurayza oğullarına gidip gelirken gördüm, dedim. Babam, 
- Sahiden gördün mü yavrum? dedi. Ben de, 
- Evet, dedim. Bunun üzerine babam dedi ki, 
- Peygamber, Kurayza oğullarından kim haber getirir? diye sormuştu. Ben kabul edip gittim. Döndüğümde Peygamber bana, 
-Zübeyr! Anam babam sana feda olsun , diyerek iltifat ve dua etti.” 11

Anlaşılan odur ki, Cebrail’in bu seferki sureti üstü başı toz toprak içinde çölden dönen Zübeyr bin el Avvam’dır. Getirdiği bilgilerle, haberin doğruluğunu ve önlem almak için beklememek gerektiğini bildirmektedir. Daha önceleri Cebrail’i göremeyen Haz. Ayşe ise, artık onu görmeyi ve onu işitmeyi öğrenmiş gibidir.

*

Son Peygamberin Cebrail hakkındaki öğretisi elbette eşleriyle sınırlı değildi. O, yeterli bir anlayışa sahip gördüğü tüm insanları Hendek savaşından ve Uhud savaşından daha önceleri de Cebrail anlayışına yakınlaştırmak için çalışıyordu.

“ Peygamber Bedir savaşı öncesinde; - Ey Ebu Bekir! İşte şu Cebrail’dir. Silahlarını kuşanmış, atının başını tutmuş ve savaşa hazır bir halde! buyurdu.” 12

Son Peygamberin o gün Haz. Ebu Bekir’e gösterdiği Cebrail, yine bir hayal değildi elbette. Cebrail’in o gün hangi surette olduğunu, bize yine tarih bildiriyor.

“ Peygamberin ilk gazası Ebva, sonra Buvat , sonra Uşeyre’dir. Vakıdi, Ebva gazasının veddan gazası olarak da bilindiğini söyler. Ebva ; Mekke ile Medine arasında dağlık bir köy, Veddan da aynı bölgede büyücek başka bir köydür. Peygamber Ebva seferine, Medine’ye gelişinden bir yıl kadar sonra çıktı. İbn-i Hişam, Sad İbn-i Ubade’nin Medine’de vekil bırakıldığını bildirir. İbn-i Cerir ise bu seferin amacı hakkında şu bilgiyi verir. Peygamber bu sefere, civardaki köyleri kışkırtarak Müslümanları Medine’de sıkıştırmak isteyen Mekke’ye karşı çıktı. Diğer amacı, Kenane kabilesinden Bekir Oğullarını tesirsiz hale getirmekti.

Nitekim düşman kuvvetlerle karşılaşılmadı ve Bekir Oğullarının reisi Amr ed Damri ile bir anlaşma yapılarak geri dönüldü. Peygamber dönüşünde, annesi Amine’nin vefat edip defnedildiği Ebva köyünde üç beş gün kaldı. Bundan iki ay kadar sonra, Sad Bin Ebi Vakkas’ın bayrağını taşıdığı iki yüz kişilik bir süvari kuvvetiyle Buvat üzerine yürüdü. Buvat Medine’ye seksen kilometre kadar mesafede dağlık başka bir yörenin adıdır. Amacı yine aynı idi, fakat yine çatışma olmadı ve Medine’ye geri dönüldü.

Peygamber Buvat seferinden iki ay kadar sonra da, Şam’a gitmekte olan bir Kureyş kervanını engellemek üzere Uşeyre üzerine hareket etti. Uşeyre, Yenbu vadisinde ve Medine’ye yüz kilometre kadar uzakta bir yerleşim birimidir. Peygamber ve beraberindeki yüz elli arkadaşının otuz develeri vardı ve nöbetleşe biniyorlardı. Uşeyre’ye vardıklarında kervanın daha önce geçtiğini öğrendiler ve Yenbu vadisinde yaşayan Müdlic oğulları ile bir anlaşma yaparak döndüler.

Peygamber’in Uşeyre’den dönüşünden on gün sonra, Mekkeli Kürz Bin Cabir komutasındaki küçük bir birlik Medine koruluklarına kadar sokularak, en yakın merada buldukları deve sürülerini sürüp götürdüler. Peygamber küçük bir kuvvetle, Bedir yakınlarındaki Saffan vadisine kadar takip etti ise de Kürz’e yetişemedi.

Medine’ye döndükten sonra, Uşeyre’de elinden kaçırdığı kervanın, Şam dönüşünde Bedir kuyuları yanından geçeceğini ve kırk kişi ile korunduğunu haber aldı. Bedir, Medine’den yüz elli km kadar uzakta, su kuyuları ve meyve bahçeleriyle bilinen eski bir panayır yeridir. Peygamber sadece gönüllülerin katıldığı üç yüz on kişilik bir kuvvetle Bedir’e doğru tekrar yola çıktı.” 13

“ Peygamber bu sefere Şam’dan dönmekte olan Kureyş Kervanını engellemek üzere çıkmıştı. Ancak, kervanı yöneten Ebu Süfyan bu harekatı haber aldı ve güzergah değiştirerek, yardım istemek üzere Mekke’ye haberci çıkardı. Mekkeli zenginlerden hemen hepsinin kervanda ya malı ya da hissesi vardı. Şehir heyecanla çalkalandı ve hemen Ebu Cehil komutasında bin kişilik bir kuvvet hazırlandı. Bu ordunun yüzü atlı, yüzü deve süvarisi ve kalanı piyade idi. Üç yüz on kişilik Müslüman kuvvette ise yetmiş deve vardı ve ikişer üçer nöbetleşe biniyorlardı. İki de atlı vardı. Zübeyr bin el Avvam ve Mikdat bin Esved.” 14

“ İki de atlı vardı! Zübeyr bin el Avvam ve Mikdat bin Esved.”
Son Peygamberi Bedir yolunda Ebu Bekir’e Cebrail’in atından söz ederken bırakmıştık ve Bedir yolunda sadece iki atlı var! Zübeyr ve Mikdat. Cebrail bu defa hangisinin suretinde? Başka bir hadis anlatıyor,

“ Peygamber Bedir’e doğru yola çıkıp Zefiran vadisine indiğinde , oldukça büyük bir kuvvetin kervanı korumak üzere Mekke’den hareket ettiğini haber aldı Hiç hesapta olmayan bu durum üzerine Müslümanların işi zora girdi. Üç yüz on kişilik toplama bir kuvvetle, bin kişilik ve tam teçhizatlı bir kuvvete karşı durmak ne kadar güç ise, korkarak Medine’ye geri dönmek de bir o kadar utandırıcı idi. Bu durum üzerine Peygamber ; 
- Kureyş Mekke’den çıkmış geliyor. Sizce, kervanı takip etmek mi, yoksa Kureyşe karşı çıkmak mı uygundur, ne dersiniz? diye sordu. Bulunanlardan çoğu kervanı takip etmek yolunda görüş bildirince Peygamber üzüldü. Bu durumu görünce önce Ebu Bekir, sonra da Ömer ayağa kalkarak Kureyşten korkmamak gerektiğini anlatan sözler söylediler. Sonra da Mikdat bin Esved söz alarak ateşli bir konuşma yaptı.”

Bu ateşli konuşma herhalde çok önemli olmalıdır ki, orada bulunanlardan Abdullah bin Mesut bile gıpta ile söz etmektedir.

“ Ben Mikdat bin Esved’in bir konuşmasını duydum ki, keşke onları ben söylemiş olsaydım. Mikdat Peygamberin huzuruna geldi ve, Ey Allah’ın Peygamberi! Biz Müslümanlar, İsrail Oğullarının Musa’ya dediği gibi, Haydi Rabbin ve sen gidip düşmana karşı çarpışın demeyiz. Düşmanla senin dört bir yanında döne döne çarpışırız, dedi. Mikdat’ın bu ateşli konuşması üzerine Peygamberin sevindiğini ve yüzünün parladığını gördüm.” 15

Öyle hayal ederim ki, sözlerinin ardına sakladığı anlayışı ile Abdullah bin Mesut’u bile imrendiren Mikdat, arkadaşlarına hitap ettiği o sırada Zefiran vadisindeki bir ağaçlığın yanında ve yüksekçe bir kum tepeciğinin üzerindedir. Yalın kılıç bir yandan konuşmakta, diğer yandan da deprenen atının başını zaptetmeye çalışmaktadır.

*

Peygamber diyor ki; “ - Cebrail Rabbimden haber getirmeden eşlerimden hiçbirisi ile evlenmediğim gibi, kızlarımdan hiçbirisini de evlendirmedim.” 16

İşte bu evliliklerden birinin hikayesini Enes bin Malik anlatıyor;

“ Hayberi çarpışarak ele geçirdikten sonra esirler toplandı. Derken, Dihye bin Halife gelip, 
- Ey Allah’ın Resulü! Esirlerin içinden bana bir cariye ver, dedi. Peygamber de; 
- Git ve birini al, buyurdu. Dihye de gidip esir Yahudi kadınlarının en soylusu ve yenik Hayber kalesinin eşi olan Safiyye’yi aldı. Biri Peygambere gelip; 
- Dihye’ye Yahudilerin en soylu kadınını verdin. Halbuki o senden başkasına münasip olamaz, dedi. Bunun üzerine Peygamber; 
- Her ikisini de çağırınız, buyurdu. Ve Safiyye’yi gördükten sonra Dihye’ye, 
- Esirlerin içinden başka bir cariye al, diye emretti ve onunla kendisi evlendi.” 17

Hadisin ekinde şu açıklama verilir.
“ Safiyye’nin soyluluğu ve güzelliği, bu paylaşımda bazı anlaşmazlıklara yol açmış olup, Peygamber bu davranışı ile hem Safiyye’yi ödüllendirmiş hem de muhtemel bir anlaşmazlığın önünü kesmiştir. İtiraz eden yahut itirazı haber verip hal çaresi gösteren zatın kim olduğu bizce malum değildir.”

Evet! O suretin kim olduğu belki malumumuz değildir ama, kime suret olduğu artık malumumuzdur. Haz. Cebrail!

*

Şimdi Son Peygamberin başka arkadaşlarından, yani Cebrail’in başka suretlerinden bahsetmek istiyorum.

Arkadaşlarından Sad bin ebi Vakkas anlatıyor,

“ Uhud savaşında, Peygamberi iki kişi ile beraber gördüm. Bunlar Peygamberin yanında savaşıyorlardı ve üzerlerinde beyaz elbise vardı. Onlar o gün, insanı hayrete düşüren bir şiddetle çarpıştılar. Ben bu iki kişiyi ne Uhuddan önce, ne de sonra görmedim.” 18

Hadisi “n ekinde verilen açıklama şöyledir.
“ Müslim’in rivayetinde, Peygamberin yanında şiddetle çarpışan bu iki kişinin Cebrail ile Mikail oldukları bildirilmektedir. Bazı alimler, meleklerin yalnız Bedir savaşında çarpıştıklarını, diğer savaşlarda ise sadece yardım için hazır bulunduklarını kabul etseler de, yukarıdaki hadis bu iddiayı reddeder. İslam tarihi, müminlere yardım için çarpışan meleklerin hikayeleri ile doludur.”

Meleklerin Bedirde fiilen çarpıştıklarını kabul ettikleri halde, Uhud savaşında sadece yedek kuvvet olarak bulunduklarını ve çarpışmadıklarını ifade eden düşünce sahiplerini anlamak zor değildir. Çünkü böyle olmazsa Bedir kuyuları yanında meleklerin yardımı ile kesin bir galibiyet elde eden İslam ordusunun, yine meleklerin yardımına rağmen Uhud dağı eteklerinde niçin bozgundan zor kurtulduğunu açıklayabilmek kolay değildir.
Halbuki Sad bin ebi Vakkas’ın bildirdiği gibi, Uhud savaşında da en azından iki büyük melek çarpışmaktadır ve Cebrail ile Mikail’in o gün hangi surette olduklarını aynı savaşta bulunanlardan Talha bin Ubeydullah anlatıyor,

“ Uhud günü zaman zaman savaş öyle şiddetlendi ki, Peygamberin yanında benimle Sad bin ebi Vakkas’dan başka kimsenin kalmadığı anlar oldu.” 19

Savaşın şiddetine dayanamayıp da geçici bir süre geri çekilmek zorunda kalanlardan Haz. Ebu Bekir, hadisin ekinde onları şöyle doğruluyor.

“ Uhud harbinde Talha’nın yanına geldiğimizde , Onu yetmiş kadar yerinden yaralanmış bulduk. Şahadet parmağı da düşmüştü.”

Sad bin ebi Vakkas, bu iki kişiyi ne daha önce, ne de daha sonra görmedim derken Arap dilinin ve konunun inceliği içinde muhtemelen şunu anlatmak istemektedir.

- Ne ben ne de Talha, ne Uhuddan önce, ne de Uhuddan sonra böylesine şiddetli bir çarpışma yaşamadık!

Buna inanamayanlar, Sad bin ebi Vakkas’ın rivayet ettiği başka bir hadiste, kendisinden yine “ben” diye söz edemeyip, “bu Sad” diyerek söz ettiğini göreceklerdir. 20

*

Haz. Cebrail’in bazen herhangi bir insan, fakat özellikle Dihye bin Halife suretinde geldiğini biliyorum. Peki niçin özellikle Dihye? Sorunun cevabı Dihye bin Halifenin kendi şahsında saklıdır.

“ Dihye bin Halife ashabın ulularından idi. Bedirde ve sonraki bütün gazalarda Peygamberin yanında hazır bulundu ve yüksek hizmetler gördü. Peygamberin seçkin arkadaşlarından olan Dihye, son derece düzgün bir fiziğe sahip, kültürlü ve kibar bir insandı. Peygamber yakın çevresindeki devletleri İslam’a davet etmek üzere elçiler gönderirken, Roma İmparatorluğu gibi o devrin en büyük devletine elçi olarak Dihye bin Halife’yi gönderdi.” 21

Bu açıklamalarla, Haz. Dihye’nin bugünün dışişleri bakanı düzeyinde akıllı ve ne söylediğini bilen bir insan olduğu anlaşılmıyor mu?

*

Sırası gelmişken, mucizeler bahsinde değinemediğim bir konuya tekrar dönmek isterim. İman hadisi olarak bilinen meşhur hadisteki aniden gözden kaybolan beyaz elbiseli yabancı kimmiş biliyor musunuz? Aslında pek yabancımız değilmiş ve bazıları bunu biliyorlarmış.
Haz. Ömer’den naklen oğlu Abdullah anlatıyor ve hadisin sadece son kısmını anlatıyorum.

“ Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. ( Bu ifade bazı kitaplarda, üç gece sonra Peygamberle karşılaştım, şeklindedir.) Haz. Peygamber, 
- Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben, Allah ve Resûlü daha iyi bilir deyince şu açıklamayı yaptı, 
- Dihye bin Halife suretindeki Cebrail’di. Size dininizi öğretmeye gelmişti.” 22

Görülüyor ki, siyah saçlı beyaz elbiseli o yabancı Dihye bin Halife’den başkası değildir. Esasen Peygamberi kendi gözleri gibi sakınan Müslümanların, tanımadıkları bir yabancıyı onun dizi dibine kadar yaklaştırmayacaklarını düşünmeliydim değil mi?
Eminim bu hatıraya “yabancı” sözcüğünü ekleyenler, Ömer ve oğlu Abdullah’tan sonra gelenlerdir. Anlaşılıyor ki Haz. Cebrail’e yabancı kalan Müslümanlar, Dihye bin Halife’yi de yabancı yerine koymuşlar ve kısa sürede gözden kaybetmişlerdir.

*

“Büyük Akıl” Haz. Cebrail’in varlığı hakkında Buhari’den aldığım bu tespitleri, başka bir usta Ebu Davud şöyle tamamlıyor.

“ Peygamber ashâbıyla namaz kılarken aniden ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat de derhal ayakkabılarını attılar. Peygamber namazı tamamlayınca;
- Ayakkabılarınızı niye attınız? diye sordu.
- Seni atarken gördük, bu nedenle biz de attık! cevabını verdiler. Peygamber;
- Cebrâil bana gelip ayakkabılarımda pislik olduğunu haber verdi onun için attım. Öyleyse sizler mescide gelirken dikkat edin, ayakkabılarınızda bir pislik görürseniz onu silin, sonra namazınızı kılın.” 23

Haz. Cebrail’i şimdi bir daha düşünün. Hep kutsal şeylerden haber getiren büyük meleğin, ayakkabıdaki bir pislikten haber getireceği aklınıza gelir miydi?

Dinde hiçbir şeyin saklı olmadığını ve saklamadığını söyleyen Son Peygamber bu noktada iyi anlaşılmalıdır. O bize, kendisine vahiy getiren büyük melek Haz. Cebrail’in akıl olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.

Bu konudaki alıntıları, Son Peygamberin daha önceleri kendisi yüzünden azarlandığı bir âmânın hatırası ile tamamlamak isterim. Anlatan vahiy katibi Zeyd bin Sabit bizzat kendisidir;

“ Peygamber bana, ( Evinde oturanla Allah yolunda cihat eden elbette bir olmaz. Nisa 4/95) ayetini yazdırıyordu. Tam bu sırada âmâ Ümmi Mektum çıkageldi ve ayeti işitince; 
- Ya Resulallah, kör olmasaydım muhakkak ben de gidip savaşırdım dedi. Bunun üzerine Peygamberi vahiy hâli sardı ve ayete, (mazereti olanlar hariç) ibaresi eklendi.” 24

Çok uzadı, artık yeter değil mi?

Ancak, geldiğimiz bu noktada belki merak edersiniz. Madem ki Haz. Cebrail bizim ve bizim dışımızdaki aklın ta kendisidir, şu halde görüp işittiğimiz her şey ondan mıdır?

Az önce okuduğumuz gibi âmâ Ümmi Mektum’un haklılığı bir yana, Peygamberin rükua eğilirken gördüğü veya secdeye kapanırken kokladığı kötü bir koku bile Cebrail’in belirmesine ve uyarmasına neden olabilmektedir. Yeter ki hak olsun!

Hak mı? Hayır, hakkı henüz yeterince bilmiyorum.

*

Haz. Cebrail’i anlamaya çalıştığım bu çalışma 1996 yılı sonlarında bitmişti. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, konuştuğum kimseleri o günden sonra daha dikkatle dinlemeye başladım. Ölümsüz olduğuna ve hâlâ var olduğuna göre, acaba Haz. Cebrail bana da görünür, bana da konuşur mu?

Çok sürmedi, 1997 yılı ortalarında onunla karşılaştım. Simsiyah uzun saçları ağarmış ve beyaz entari yerine koyu lacivert bir takım elbise giymişti. Mavi gömleği ve bordo renkli kravatı da vardı.
Söz ettiğim kimse Cevdet ağabey, yeni tanıştığım biri. 

Tanıyanlardan öğrendim, Peygamber soyundanmış. Seyyit olduğunu, peygamber soyundan olduğunu söyleyerek şu garip halkın üzerinde üstünlük taslayan kimselerden eskiden beri tiksinmişimdir. Bu anlayışta soya sopa yer olmadığına inananlardanım. Kimin ahlakı Peygambere benziyorsa o kimse onun soyundandır.

Buna rağmen ilgimi çekti, acaba gerçekten Peygamber ahlakından olanlardan mı? Acaba yanında atalarından taşıyıp getirdiği kayıp bir öğreti var mı..?

Ara sıra dinden kitaptan söz açıp bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Ancak suskun, ne dinden ne Peygamberden ne de soyundan hiç söz etmiyor. Tüm konuştukları iyi ahlak ve doğru davranışlar üzerine hepimizin bildiği şeyler. Halbuki hissediyorum, bu suskunluğun ardında önemli bir şey olmalı. Nihayet iki üç ay kadar sonra beklediğim an kendiliğinden geldi, başladı anlatmaya;

“ - Dedemden duymuştum, bizim oralarda eskiler şimdi artık unutulan eski bir hikaye anlatırlarmış.
Haz. Cebrail bir gün Allah’a şöyle demiş,
- Ya Rab! Yeryüzünde beni peygamberlerinden başka tanıyan bir kulun var mıdır? Allah,
- Evet vardır ama zorlamadıkça asla seni tanıdığını söylemez, demiş. Cebrail,
- Kimdir o gidip bulayım, sohbet edeyim, demiş. Allah,
- Onun adı Üveys’tir (Veysel Karani), ama dediğim gibi zorlamadıkça asla söyletemezsin, demiş.
Bunun üzerine Cebrail pala bıyıklı, yalın kılıç bir eşkıya suretine girerek Üveysin yanına yollanmış. O sırada Üveys üç beş koyunuyla kırlardan eve dönmekteymiş. Eşkıya kılığındaki Cebrail’i görünce korkup kenara çekilmiş ama Cebrail yolunu kesip sormuş,
- Hey sen! Cebrail’i arıyorum, ya bana kim olduğunu söylersin ya da kelleni uçururum. Üveys korkup yalvarmış,
- Aman ağam, ben yaşlı anasından başka kimsesi olmayan bir garibim. Söylediğin kimseyi tanımam. Var sen onu bir bilene sor.
Cebrail bırakır mı? Kılıcı çekip sallamış,
- Hiç anlamam! Ya Cebrail’in kim olduğunu söylersin ya da başını gövdenden ayırırım. Üveys ayaklarına kapanıp yine yakarmış,
- Aman ağam etme, beni bırak. Anamın benden başka kimsesi yoktur, geç kalırsam üzülür merak eder. Bu defa Cebrail kılıcı Üveys’in boğazına dayayıp kükremiş,
- Hayır! Muhakkak söyleyeceksin. Yoksa kendini ölmüş bil. 
Üveys çare olmadığını görünce elindeki sopasına yaslanıp başını gökyüzüne doğru kaldırmış ve gözlerini kapatıp dalıp gitmiş. Kısa bir süre sonra başını indirip gözlerini açmış ve şöyle demiş,
- Az önce on sekiz bin âlemi gezip dolaştım. Varlığın içinde seninle kendimden başka kimseyi göremedim. Ben olmadığıma göre de, aradığın o Cebrail sen kendin olmalısın.”

Hikayeyi anlatmayı bitirdiğinde dostumun gözlerine baktım. Bana bunları anlatırken, Cebrail’in kendi suretinde olduğunun farkında mı acaba?

Sormadım, soramadım. Ama anladım ki, ben onu dinlerken Cebrail o, sonra o beni dinlerken Cebrail benim. Haz. Cebrail insan suretinde konuşmakta ve haktan söz ettiğimiz sürece bizim birbirimize Cebrail sureti olduğumuzu anlatmaktadır.

Binlerce kilometre uzaklardan ve binlerce yıl derinden gelen bu eski hikaye gerçekte bizi anlatıyor. Din konusundaki anlayışsızlığımızı, sağırlığımızı ve körlüğümüzü anlatıyor. Bize peygamberleri ve Cebrail’i anlatmak isteyen ama bir türlü anlatamayan büyüklerimiz, kılıç karşısında bile pes etmeyen bu inatçı anlayışsızlığımızı ne güzel hikaye etmişler değil mi?

*

Haz. Cebrail’i sadece kutsal kitabı getirmekle görevli, görülemeyen bir mefhum olarak muhafaza etmek isteyen inananlar telaş etmesin. Ne melek, ne de vahiy kavramları parçalanmıyor. Aksine taşlar yerine oturuyor.

Peygamberin; “ Allah’ım, indirdiğin kitabına inandım ve gönderdiğin Peygamberine iman ettim.” 25 dediği peygamberin Haz. Cebrail olduğu, hayatın içinde gerçekten var olduğu, gerçekten ölmez ve görünmez olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Amentü’de iman ettiğiniz melekler ve kitaplar vardı ya! Beni bir türlü inandıramadığınız o meleklerin ve kitapların varlığına, Peygamber işte böyle inandırıyor.

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 758
2 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 31
3 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 1 341
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 2
5 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 26
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 7 277
7 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 5
8 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 315
9 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 282
10 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 305
11 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 370
12 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 148
13 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 134
14 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 138
15 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 140
16 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 11
17 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1981 2 306
18 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1983 10 194
19 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 374
20 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Ahmed Naim Diyanet İşleri / 1982 1 40
21 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 381
22 Sünen-i Nesai / İman Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1997 8 101
23 Sünen-i Ebu Davud / Salat Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1997 89 650
24 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 294
25 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 339

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder