2. Yeşil yalanlar

1976, Ankara. Üniversite öğrencisiyim ve kendim gibi materyalist iki arkadaşımla birlikte bir apartmanın bodrum katında yaşıyorum.
Bir akşamüzeri evden telgraf geldi, babam hastaymış. Gittiğimde onu devlet hastanesindeki bir koğuşta yatar buldum. Sordum, kansermiş. Doktorlar Allah’tan ümit kesilmez diyorlardı. Ne demek istediklerini iki ay sonra daha iyi anladım. Geceler boyu başında durmam fayda etmedi ve bir gece sabaha karşı öldü.


Öldüğünde daha kırk iki yaşındaydı. Ağladım mı? Evet ağladım, materyalizm acı çekmeye ve ağlamaya engel değildir.

Kim demiş zaman her derdin çaresidir diye? Günler aylar geçti, acım geçmedi. Babam artık yok öyle mi? Peki ama neden herkes benim kadar üzgün değil?

Aslında nedenini biliyorum. Babam sadece benim gözümde bir devdi, gerçekte fakir bir köy öğretmeni! Ve aklımda çok sevdiği Yunus’un bir dörtlüğü,

“ Bir garip ölmüş diyeler
Üç gün sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin ”

Yaşar amca babamın eski dostu ve teselli etmeye çalışıyor. İyi de benim teselli olacak halim mi var, ateş düştüğü yeri yakmaz mı?
Sözlerini bitirince, Azrail’in bütün hıncını ondan alırcasına bildiğim ne varsa yüklendim. İnandığı sabun köpüklerini bir bir patlatayım da görsün din dediği şu aldatmacayı. Ben konuşurken hep sustu, son bir cümle hariç.

- Haklısın, zaten baban ve bizler de hep bunları anlayabilmek için çalışırdık. Zaten ilahi gerçek de işte bu gerçeğin arkasında saklıdır.

Karşı koyamayacağını mı anladı, yoksa ciddi mi?

Hayır, Yaşar amca şaka yapmaz, yalanı sevmez. Dönerken içimde küçük bir ümit, babam bilmediğim bir yerlerde yaşıyor olabilir mi?

Yoksa bu küçük ümit, iman dedikleri o meşhur yalancı mı?

*

Eve girerken o küçük ümit de benimle birlikte girdi. Yaşar amca ne demek istiyor? Babam gerçekte ölmemiş olabilir mi?

Hayır, hiçbir şey bilmiyorum. Yoksa söz ettiği şey kutsal kitaplarda saklı bir şey mi, biraz okusam mı acaba..?

“ Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır. Nisa 4/136”

İçimdeki öfke yeniden kabardı, sapıttım öyle mi?

Hayır, asla!

Asıl sapıtanlar görmediği bir şeyin varlığına inanan korkaklardır. Madem ki inansak da ölüyoruz inanmasak da, olmayan bir hayale inanarak yaşamaktansa gerçeğe inanarak yok olmayı tercih ederim.

Keşke okumasaymışım. Yalandan bir ümit bile, herkesin taptığı bu anlamsız sözlerden daha güzeldi.

*

Aradan üç yıl geçti. İstanbul’dayım, hastayım ve mutsuzum. Acı hep aynı acı! Derler ya dağlar kadar büyük, kurşun gibi ağır, işte öyle! Ama gariptir, içimde o küçük ümit hâlâ yanıyor.

Dedeyle işte o günlerde, bir yaz gecesi onun evine misafir gittiğimde tanıştım. Diğer dedelere benzeyen sıradan bir dede. Sakallı, namaz kılan ve yaratıcı tanrıdan söz eden. Adet olduğu üzere elini öpüp bir kenara çekildim. Hatır sorma faslından sonra her yaşlı gibi dinden kitaptan söz açtı. Açmakla kalsa iyi, sonra bana döndü;

- Sizce de öyle değil mi?

Bir materyalist olduğumu bildiği halde niye bana soruyor? Galiba beni kullanarak diğer misafirlere gövde gösterisi yapmak istiyor.

Hayır, bence öyle değil diyerek çıplak gerçeği kısaca anlattım. Dede bir an sarsıldı. Baktım diğer misafirler Dedeye bakıyor, Allah’ı galip getirecek bir şeyler söylemesini bekliyorlar.
Biliyorum, söyleyeceklerinin hiçbir maddi temeli yok ve üç cümlede darmadağın ederim. Ya mahcup olup susar, ya da Yaşar amca gibi gerçeğe teslim olmak zorunda kalır. Ama değmez, yaşlı insandır, incinir. Üstelik onun evinde misafirim. Sustum. Birkaç cümle daha eklemeye çalıştıysa da sonra Dede de sustu. Savunmadaki sessizliğin çaresizlik olmadığını anlamış olmalı.

Dönerken içimde başka bir acı;

Bir toplumun yaşlıları, o toplumun birikmiş tecrübesi, yükselen bilgisi demek değil mi? Peki bizde niye böyle değil? Neden yaşlılarımız zamanın bu kadar gerisine düşüyor, neden filler kadar olsun doğal ve öğretici olamıyorlar?

Kuşaklar arasındaki bu uçurum toplum için tehlikeli ve nedenini biliyorum. Aslında bütün bunların suçlusu Allah dedikleri bilinmezliğin ta kendisidir.

Ve ben gecikmiş bir kararı işte o günlerde verdim.

Ey Allah dedikleri görünmez suçlu, seni arayacağım. Ya varsan kendini göstereceksin, ya da yoksan birlikte yok olacağız. Bilesin, başka yolu yok!

*

O gece aklımın bir yanında materyalist gerçek, diğer yanında babamın günlerinde işittiğim eski bir hikaye. Başarabilir miyim..?

“Adamın biri, sabaha karşı abdest alıp iki sokak ötedeki camiye doğru yola çıkmış. Alaca karanlıkta sabah ezanı okunmak üzere olsun, o sırada mahallenin meyhanesi de yeni kapanmışmış. Sarhoş o direk senin bu direk benim eve dönmeye çalışıyor. Derken küçük bir ağacın altında sızıp kalmış. Camiye giden adamcağız yerdeki sarhoşun halini görünce acıyıp yardım etmek, biraz nasihat etmek istemiş.
- Böyle olur mu? Bak ıslanmış, üşümüşsün. Hem sonra içki haram değil mi, evde çocuklar merak etmezler mi?
Saatine rast gelmek derler ya, sözleri sarhoşun hoşuna gitmiş. Sarılmış adamın boynuna;
- Haklısın demiş. Sen artık benim hocamsın, ne dersen yapacağım.
Adam şaşırmış,
- Yok, demiş. Ben hoca falan değilim, sadece yardım etmek istedim. Sarhoş kararlı,
- Olmaz, asla bırakmam!
Adam bakmış namaz kaçıyor,
- Tamam, demiş. Şimdi şu ağacın dalını tut ve ben gelinceye kadar bırakma, gelince konuşuruz.
Nasılsa namaz bitene kadar ayılır, çeker gider. Namaz bitmiş, güneş doğmuş. Dönerken bir de baksa ki, sarhoş ayılmış ama dal elinde hâlâ kendisini bekliyor.”

Demek ki hocanın kim olduğu önemli değil, önemli olan sarhoş olmak ve dalı tutmak. Acaba Dede sağlam bir dal olabilir mi..?

Bir ara durdum; Ben neler düşünüyorum, bu bir delilik...

İyi de Allah’ı arayacağım başka bir yol var mı? Hem sonra materyalist gerçek zaten her şeyin üzerinde değil mi? Evet, gerçeği göz ardı etmediğim sürece başarabilirim, başarmalıyım.

Dede bu düşüncemi açtığımda şöyle dedi,

- Vazgeç, bu iş zordur.

- Hayır, dedim. Kesin kararlıyım.

- Bildiğin her şeyi unutabilir, yeni bir şeyler öğrenmeden durabilir misin? Artık hiç kitap okumamayı başarabilir misin?

Durakladım, bildiğim her şeyi unutmak ve bir daha asla hiç kitap okumamak! Doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Sustum, cevap vermeden ayrıldım. Ertesi günü kararımı vermiştim.

- Evet, dedim. Söylediklerinizi yapacağım.

Bu defa O başını önüne eğdi. Sonra iç cebindeki cüzdanından biraz para çıkarıp uzattı,

- Yolun düştüğünde benim için atmışlık iki ampul alır mısın?

*

Galiba iki yıl kadar sonraydı, bir gün söz babamdan açıldı. Nasıl bir adamdı? Anlattım. Yaşar amcayı ve diğer dostlarını da.

- Bu bir tarikat mıydı yoksa?

- Evet, dedim. Yanılmıyorsam Melâmi tarikatı olacak.

Dede yüzünü buruşturarak bir süre sustu.

- Makbul bir tarikat olmadığını söylerler. Bektaşilere benzerler, şeriata pek bağlanmazlarmış. Rahmetli şeyhim onlar için, oldum Melâmi buldum belamı derdi.

Birden kemiklerime kadar titrediğimi hissettim. Dede bunları babam için söylüyor öyle mi? Üstelik de yüzüme karşı..!

Bir ya da iki saniye, yüzüme doğru yükselen sıcak titremeyi tam gırtlağımda yutkunarak durdurdum. Neler olduğunu hissediyorum.

Ey görünmez Allah! Beni kızdırıp kaçırarak kurtulacağını zannetme. Ne yaparsan yap, nereye kaçarsan kaç, seni bulacağım!

*

Tam on yıl! Kitap yok mu, yok. Bilgi, bilgi de yok. Sadece onlar değil, merak ve soru da yok. Kızmak ve eleştirmek de yok.

Peki ya ne var? İş güç, çoluk çocuk, getir götür, bir de Dede. Hepsi o kadar.

Nihayet on yıl sonra bir gün, bir sohbette kısa bir cümle...

- Efendimiz bize en güzel örnektir. Bu örneği yakından tanımak için de hadis dediğimiz sözlerini okumak, anlamak lazımdır.

Anlaşıldı, demek ki artık hadislerden başlayarak okuyabilirim. En kalını hangisi? Daha kalınları da varmış ama param Diyanetin Buhari’den çevirdiği Tecrid-i Sarih’e yetiyor! Buhari on iki cilt ve ilk tercihi iman!

*

Allah’ın Peygambere, Peygamberin de insanlara bildirdiği iman esasları İslam dininde imanın vazgeçilmez altı temel şartıdır. Yani iman sahibi bir Müslüman’ın sözü şudur,

“ - Allah’a,
- Meleklerine,
- Kitaplarına,
- Peygamberlerine,
- Öldükten sonra sonsuz yaşamak üzere vakti bilinmeyen gelecek bir günde tekrar dirilmeye ve o diriliş gününde her insanın iyi veya kötü her yaptığından Allah’ın adaletine hesap vereceğine,
- Kadere, yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanıp iman ettim.” 

Sonra da bu inancımızın doğruluğuna şahitlik ederiz,
“ Eşhedüenlâilâhe illallah…” Yani,
“Allah’tan başka inanılacak ilahlar olmadığına ve Muhammet’in Onun peygamberi olduğuna şahitlik ederim. ”
Yukarıdaki cümle İslam dininde kelime-i şahadet olarak bilinir.

Şahadet bir varlık ya da olayı görüp şahitlik etmek, şahit ise bir varlık ya da olayı gören demektir. Peki şahitlik edenler Allah’ı görmüş, ya da Allah’ı gören birini duymuşlar mıdır?

Ben görmedim. Diğer inanışları pek bilmiyorum ama Müslümanlar arasında göreni de duymadım.

Acaba peygamberler görmüş müdür Allah’ı? Esasen bize Allah’ı onlar anlatmışlardır ve böyle bir soruyu da ancak onlar cevaplayabilirler. Haz. Musa ve Tevrat’la başlıyorum. Bakalım Musa görmüş mü?

“ Ve Musa dedi ; Niyaz ederim bana kendini göster. Ve Rab dedi ; Yüzümü göremezsin! Çünkü insan beni görüp de yaşayamaz. Fakat, işte yanımda bir yer var ve sen kaya üzerinde duracaksın. Ve vaki olacak ki, izzetim geçtiği zaman seni kayanın bir kovuğuna koyacağım ve ben geçinceye kadar elimle seni örteceğim. Ve elimi kaldırdığımda arkamı göreceksin, fakat yüzüm görülmeyecek! Çıkış 33/18”

Ya Haz. İsa?

“Allah’ı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir, Onu, Baba’nın kucağında olan biricik oğul bildirdi. Yuhanna 1/18”

Ya Haz. Muhammet, O görmüş müdür acaba Allah’ı?

Eşi Haz. Ayşe hayır diyor;
“ Her kim Peygamber Allah’ı baş gözü ile gördü derse, büyük bir yalan söylemiş olur.” 1

Aynı soruyu Peygambere yakın dostu Ebu Zer bizzat sorar,
“ - Rabb’ini hiç gördün mü?
İşte cevabı;
- Nurdur, nasıl görebilirim!” 2

Sonuç olarak, Allah’ı görmek konusunda tüm peygamberlerin aynı sözü söyledikleri ve hiçbirimizin Allah’ı görmediği, göremeyeceği artık anlaşılmıştır.

Şu halde nedir şahadetin aslı? Mademki Allah’ı kimse görmemiştir ve melekleri de bilinmez, peygamberler ve kitaplar hakkında ihtilaf, yeniden dirilmek konusunda da şüphe vardır, söyler misiniz bu nasıl bir şahitlik ve bu nasıl bir imandır?

Yoksa iman ettik diyen biz insanlar, küçük yeşil yalanlar söyleyen masum yalancılar mıyız?

Halbuki özellikle Müslümanlar iyi bilirler ki, Peygamber için yalancı şahitlik konusu önemlidir. Şöyle diyor;

“ - Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah o kimsenin ibadetlerine iltifat etmez.” 3

Ve devam ediyor,

“ Sözünde ve işinde doğruluğu prensip edinen kimse sadıklardan olur. Yalancılık ta insanı kötülüğe sürükler. O kimse ki yalanı iş edinmiştir, nihayet Allah divanında yalancılar defterine yazılır.” 4

Şimdi Allah için söyleyin; Ben Allah’ı görmedim ve yok dedim, başka biri de görmediği halde var dedi. Söyleyin, hangimiz yalan söylemiş oluyor?

Peygamber bu küçük yeşil yalanları yaşarken kendisi de görmüştür ve uyarıyor;

“ - ( Putlara tapmaktan ve yalan sözden de kaçının. Hac 22/30) ayetini okumuyor musunuz? Yalan şahadet Allah’a eş koşmakla bir tutulmuştur.” 5

Hâttâ Peygamber inanmadığımız halde inanıyor, bilmediğimiz halde biliyor gibi göründüğümüz bu hallerimiz için öylesine üzülmektedir ki! Bakın dostlarından biri neler anlatıyor;

“Peygamber bir gün,
- Büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi? buyurdu.
- Evet, bildir ey Allah’ın resulü, dedik. Bir daha sordu, sonra bir kere daha sordu ve dayandığı yerden doğrulup,
- Allah’a eş koşmaktır, anaya babaya kötü davranmaktır! buyurdu. Sonra da,
- İyi dinleyin! bir de yalan yere şahadettir! buyurdu.
Peygamber dalmış gitmiş, durmadan son söylediğini tekrar ediyorıÜüdu. O kadar çok tekrarladı ki, biz kendisine acıyarak içimizden, keşke sussa diyorduk.” 6

Kim bilir, belki de o sırada içinden şunlar geçmekteydi;

“Ağızları kalplerinde olmayanı söylüyor. Halbuki Allah onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir. Al-i İmran 3/167”

*

Peygamber sanki kabul edebileceğim şeylerden söz eder gibi görünüyor öyle değil mi..?

Evet ama, yine de kimin neye şahit olduğunu henüz anlamış değilim, materyalist gerçeği gözden uzak tutmamalıyım.

***

Dip not Eser Yazar Yayınevi / Baskı yılı Cilt Sayfa
1 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 9 34
2 Sünen-i Tirmizi / Tefsir Mürşid 2.0 CD Turan Yazılım / 1997 Necm 3278
3 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 6 253
4 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1981 12 146
5 Sünen-i İbn-i Mace Haydar Hatipoğlu Kahraman / 1982 6 470
6 Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Z.Zebidi - Kamil Miras Diyanet İşleri / 1982 8 68



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder